Böke’yi dönüştüren ekonomik gerçekler
CHP Genel Sekreteri Selin Sayek Böke geçenlerde verdiği bir televizyon röportajında beşli çete denilen ve neredeyse Türkiye’deki bütün büyük kamu yatırımlarının kamu/özel işbirliği altında kendilerine verildiği müteahhitleri hedef alarak “ yandaş/ rantçı ve hatta talancı olan bu kimselerle oturup pazarlık filan yapmayacağız hepsini kamulaştıracağız, bu siyasi irade ile olacak “ dedikten sonra “ elbette bunları hukuk içinde yapacağız “ diyerek konuşmasını tamamlamış.
Türkiye’nin ne kadar büyük bir ekonomik kriz içerisinde bulunduğu aklı başında kimsenin inkar edemeyeceği bir bedehattır. Maliye Bakanı Albayrak her defasında rakamları eğip bükerek işlerin yolunda olduğunu söylese de bu durum kendisini sadece mizah malzemesi haline getirmektedir. Kılıçdaroğlu ise kriz sözcüğünün yaşanılanların ağırlığını, ciddiyetini yansıtmadığını düşünüyor olacak ki ısrarla “ buhran “ sözcüğünü kullanıyor.
Pandemi etkisini göstermeye başladığında ilk önce Akşener söylemişti bu beşli müteahhit grubunun bütün yaptıkları taaahhütlük işlerinin kamulaştırılacağını, Kemal Bey ise devletten sadece bir yıllık kar alacakları 6 milyar Euro olan bu kişilere bu yıla mahsus paralarının ödenmemesi gerektiğini belirtmişti. Böke şimdi bir adım ileri giderek Türkiye halkının neredeyse ödediği vergilerle kendilerine çalıştığı bu kişilerin işlerinin siyasi irade gösterilerek kamulaştırılmasını tartışmaya açıyor. Yalnız biz Böke’den de farklı düşünüp birkaç adım ileri giderek siyasi iradenin gösterilmesini, gerçeklerin halka doğrudan anlatılmasını önererek, halkın iliklerini semiren bu yandaş ve talancı sermaye gruplarının tüm mal ve mülklerine el konulmasını savunacağız. Bu da yetmez Akp döneminde yaklaşık 65 milyar dolara yaklaşan özelleştirmelerin sorgulanmasını, bu halkın 100 yıl da biriktirdiği ve her biri haraç mezat satılan kamu işletmelerinin de yeniden kamulaştırılması gerekliliğini önereceğiz.
Ekonomik kriz derinleştikçe bir dönem sorgulanamaz, tartışılamaz olan kavramların, uygulamaların nasıl da yaldızı tek tek dökülüyor. Zihinleri esir almış, her biri birer doğmaya dönüşmüş sanki tabiat yasaları gibi kabul edilen neoliberalizmin amentüleri nasıl da tartışmaya açılıyor. Bir dönem düzen siyasetinin bütün aktörleri özelleştirmeciydi, kamunun ekonomideki ağırlığının ortadan kaldırılması söylenirdi, kaynakların nasıl dağılacağına piyasanın kutsal tanrısı karar verirdi hele devletin üretim yapması zinhar gereksizdi. Böyle diyerek bu ülkenin tüm birikimi yerel ve uluslararası sermayeye peşkeş çekildi. Kamu işletmeleri haraç mezat satıldı, tarımı yok edildi, fabrikaları kapandı, dışarıdan gelen ve torunlarımızın geleceğini dahi ipotek altına alan borçlar betona yatırıldı.
Akp ise başlangıçtan beri kendi sermaye sınıfını oluşturma peşindeydi. Zaten o sermayenin belli bir büyüklüğe ulaşması ve milli görüş aklı ile işlerin devam etmeyeceğinin anlaşılmasıyla parti olarak ortaya çıktı. Yani bu sadece siyasi kadroların karar verdiği bir durum değildi. Giderek palazlanan, semiren Anadolu kaplanları denilen orta büyüklükteki sermayenin aklı başka vektörlerle birlikte bu partiyi doğurdu. Başlangıçta sermayenin bütün unsurlarına hizmet eden, özelleştirmelerde TÜSİAD sermayesini, Belediyelerinde küçük ve orta boy kendi sermayesini gözeten bu parti iktidarını kesin olarak konsolide ettiğine inandıktan sonra tıpkı Rusya ‘da Putin’in yaptığı gibi kendi oligarklarını yaratmaya başladı. Siyasetle sermayenin içiçe geçtiği tercihler, Kamu İhale Yasası’nın sayısız defa değiştirilmesiyle her defasında Türkçe’de çete denilen bu oligarşik yapıya kaynak aktarıldı. Bu kaynak transferi ile medya kontrol edildi, siyaset finanse edildi ve belli bir yere kadar da sadaka ekonomisi sürdürülebilir kılındı. Akp son tahlilde sermayenin bütünsel çıkarlarına seslenip, olağanüstü hali grev yasaklamak için kullandığını en yetkili ağızlardan söylemiş ise de Batıcı ve Tüsiad’cı sermaye ile kavgası laiklikten kaynaklanmamakta olup bu tür sınıfsal tercihlerden kaynaklanmaktadır.
Bu Türkiye’ye özgü bir durumda değildir. Her siyasi iktidar kapitalist bir düzende sermayenin bütünsel çıkarlarını korumak dürtüsüyle davransa da sınıf savaşları hem karşılıklı olarak modern sınflar arasında hem de bizatihi sermayenin kendi hizipleri arasında devam eder. Örneğin olağanüstü halde, pandemi de grevleri yasaklayarak sermayenin geneline hizmet ederken büyük kamu yatırımlarını kendi sermaye fraksiyonunuza yönlendirerek özel olarak onları gözetmiş olursunuz. Demirören sizin için medyayı kontrol ederken siz de ona futbol maçlarının ve iddia oyunlarının ihalesini verirsiniz. Türkiye’nin düzeni böyle çalıştığı gibi bütün tek adam rejimlerinde de kaynak dağıtımı tek kişinin kararlarına göre yapılır.
Derviş’in talebesi ve Dünya Bankası okulundan yetişme bir iktisatçı olarak Böke’ye bu lafları ettiren krizin dönüştürücü etkisidir. Artık yer sallanmakta, egemen fikirler çatırdamakta ve neoliberal hegemonya dağılmaktadır. Kapitalizmin uzun vadede yok olacağını en iyi bilen burjuva iktisatçısı Keynes “ uzun vadede hepimiz ölümlüyüz “ diyordu. Çünkü krizlerin kapitalizme içkin olduğunu ve çözümünün mümkün olmadığını biliyordu. Biz de Böke’nin açtığı ve yandaş basının kutsal özel mülkiyet hakkına saldırdığı için bas bas bağırdığı onu TÜSİAD’a şikayet ettiği tartışmaya madunların yanından katılarak diyoruz ki “ beşli çeteye değil halkı düşünüyorsanız genel olarak sermayeyi sınırlayan halkçı ve üretim merkezli bir ekonomiyi konuşalım “ Çünkü krizin ezdiği, canını yaktığı halkın yapısal sorunları bu tür net iktisadi ve sınıfsal tercihlerle çözülebilir ancak.