Bir Cumhuriyet kadını: Suna Kan
Cumhuriyet'ten Eren Aysan'ın yazısı
Siyah beyaz bir fotoğrafta, kısa saçlı bir kadın kemanına büyük bir aşkla sarılıyor. Çaldığı eserin hüznü gözlerinden okunuyor. Belki eserin sahibi Çaykovski, belki Vivaldi. Hiçbiri önemli değil. Bir Cumhuriyet kadınının çoksesli müziğimizde devleşme hikâyesidir bu. Alacalı tarihimizin uygarlıkla bütünleştiği zamanların sembolüdür: Suna Kan. Genç kızlara açtığı yolda ezberleri bozan bir rol modeldir.
***
Suna Kan aynı zamanda bir dönem iktidarların genç sanatçıların elini şefkatle tuttuğunun da kanıtıdır. Nasıl mı? 1948 yılında çıkarılan “Harika Çocuklar Yasası” aslında Suna Kan ve İdil Biret için özel olarak hazırlanmıştır. Yasanın çıkmasından çok kısa bir süre sonra da çocuk denilecek yaşta Fransa’ya Paris Konservatuvarı’na eğitim için gönderilmişlerdir. On altı yaşına kadar tüm masraflarını devlet karşılaşmıştır. Böylece Suna Kan ve İdil Biret’in dünyanın önde gelen müzisyenleri arasında yer almasının önü açılmıştır.
***
Aslında bu yasa zaman zaman şekil değiştirerek yeniden karşımıza çıktı. “Güzel Sanatlarda Fevkalade İstidat Gösteren Çocukların Devlet Tarafından Yetiştirilmesi Hakkında Kanun”la harika çocuklar imtihanla saptanıyor, üstün yetenekliler yurtdışına gönderiliyordu. Daha sonra bu düzenlemenin yerini “Özel Statü Yönetmeliği” aldı. Bu sayede pek çok isim dünyanın en önemli konservatuvarlarında eğitim gördü.
***
Benzer uygulama devlet kurumlarına bağlı çalışan sanatçılar için de geçerliydi. 1949’da kurulan Devlet Tiyatroları, daha sonra Devlet Tiyatroları’ndan ayrılan Devlet Opera ve Balesi’nde de yasalarında yer alan “bilgi ve görgü” çerçevesi içinde pek çok isim yurtdışına gönderildi. Oralarda kendi alanlarında çalışmalar yapmalarına izin verildi. Böylece ülkemiz sanatı güçlendi, özel bir arayışa imkân sağlandı.
***
İşte Suna Kan, bir ön açma projesiyle Paris’e gönderildi ve Paris Konservatuvarı’ndan birincilikle mezun oldu. İsteseydi Paris’te kalabilirdi. Önü açıktı. Ama yapmadı. Kendi ülkesinde çoksesli müziğe hizmet etmeyi tercih etti. Yıllarca Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda çalıştı ve konserler verdi.
***
Suna Kan, Cumhuriyetin ilk yıllarında üstün yetenekli olduğu saptanıp önü hemen açılan sanatçılarımızdandı. Bugün nice genç yetenek ona özel statü, burs gibi olanaklar sağlanamadığı için solup gidiyor. Ülkemiz sanatçıların sırtının sıvazlandığı günlerden onların yalnız başına çaresiz bırakıldığı dönemlere ne çabuk geldi!
***
Suna Kan’ın ölüm haberinin ardından içimden bir şeyler koptu. Onun tarihi Cumhuriyetin sanata bakışının tarihiydi aynı zamanda. Ülke kurulur kurulmaz hemen sanata eğilen, tiyatroyu, çoksesli müziği yaygınlaştırmak adına kurumsallığı getiren, konservatuvar açan, yurtdışından önemli sahne ve müzik insanlarını ülkemize taşıyan...
***
Suna Kan, uzun süre önce kemanını kutusuna koydu ve bir daha çalmadı. Sonra da her ölümlü gibi dünyamızdan ayrıldı. Kendi kuşağımdan çok genç yaşta yitip giden Zafer Ekin Karabay bir şiirinde şöyle yazmıştı: “Kentin baskısı kaldı bize/ ve ışıkları trafiğin ya da kazası/ oysa hep bir düş kazasında/ yitirdik arkadaşlarımızı/ karşıdan karşıya geçerken / eli bırakılan çocuklardık.”
Geriye sırtı sıvazlanan bir Cumhuriyet kadınının ölümsüzlüğü ve Zafer’in şiirinde vurguladığı “eli bırakılan” sanatçıların öyküsü kaldı.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.