Bilinçli Parya
Rahel Varnhagen, ancak hayatının sonuna geldiğinde bir parya olduğunu fark etmişti. Yahudiliğinde ısrarcı olması onu bir parya olduğunu kabullenmeye sürüklemişti. Hâlbuki Varnhagen Alman cemiyetine asimile olmayı kabullendiğinde sadece bir ‘parvenu’ sayılıyordu: sonradan görme, yeni zengin. Asla onlardan biri gibi olamıyordu. Arendt’in parya statüsünde değerlendirdiklerinden biri de çok uzun bir süre Fransızlığı ile Yahudiliğini bir arada sürdürebilmiş anarşist bir Siyonist olan Bernard Lazare idi. Lazare Dreyfus olayına gelinceye kadar asimilasyonu Yahudiler için tek kurtuluş yolu olarak görüyordu. Aydınlanmanın iyimserliğine kuvvetli bir inanç besleyen Lazare’ye göre entegrasyon hem Yahudilerin inatçılığının hem de anti-semitizmin tek panzehriydi. Dreyfus vakası ile birlikte düşüncelerinde radikal bir değişim gerçekleşecekti.
Yahudiler için 19.yüzyıl Fransa’sı kıtanın diğer yerlerine göre yaşamak için daha cazip bir yerdi. Siyasal ve toplumsal hayata rahatlıkla dâhil olabiliyorlar ve yükselebilmek için önlerinde bir engel bulunmuyordu. Fransız Yahudileri siyasetçi, bürokrat olabiliyor ve bu sayede devletin zirvelerinde önemli sorumluluklar üstlenebiliyordu. Ancak bu durum 1880’li yıllarda değişmeye başlamıştı. Süveyş kanalını yapan Panama şirketinin kanal inşaatında hiçbir ilerleme sağlayamamasına karşılık şirket karlarının fazlalığı dikkatleri çekmişti. Şirket bir süre sonra iflasını istediğinde şirketin hisselerine sahip yarım milyona yakın kişiyi derin bir yoksulluk bekliyordu. Varlarını yoklarını kaybetmişlerdi ve öfkeden burunlarından soluyorlardı. Şirket iflasını isteyinceye kadar devletten sürekli kredi almıştı. Kredi olanaklarına ulaşabilmek için geniş bir rüşvet ağı kurulmuştu. Basın, bürokratlar ve parlamento üyelerinin çoğunluğu bu ağa dâhildi. Mecliste rüşvet alanlar ile şirket genel kurulunda bir tane Yahudi bulunmuyordu. Birden bire yükseltilecek anti-semitizm bu rezaletin sorumluluğunu iki Yahudi’ye çıkartacaktı. Anti-semitik kampanyanın bayraktarlığını yapan Libre Parole isimli gazetenin satışları 300 bine ulaşacaktı. Bu kriz Fransız siyasi sisteminin çürümüşlüğü ile sermaye sınıfı ile devlet arasındaki ilişkilerde Yahudilerin aracı rolünde olduğunu ifşa etmişti. Yahudiler o güne kadar rollerini sorunsuz yerine getirmişlerdi, ancak durum değişmeye başlamış ve mali genişlemenin etkisiyle beraber başka aktörlerde sahneye çıkmaya başlamıştı. İkinci cumhuriyet döneminde yeğen Napolyon’un bütün kamu yatırımlarını finanse eden ve bu sayede başta demiryolları olmak üzere birçok kamu imtiyazına sahip olan Rothchild’ler aynı şeyi üçüncü cumhuriyet için yapmama kararı aldılar. Yeni güçler ile değil monarşi yanlıları ile ittifak kurmaya ve cumhuriyet karşıtı güçleri desteklemeye başladılar. Yahudi sermayesi ilk defa bu dönemde kendi içinde ayrışmaya, farklı tavırlar almaya başladı.
1870’de Almanya ile yapılan savaş ikinci cumhuriyeti sona erdirmiş, 70 gün süren komün sosyal cumhuriyeti ayakta tutmayı başaramamıştı. Bugüne kadar beş cumhuriyet kurmuş ve yıkmış Fransızlar komünün yenilgisi ile birlikte üçüncüsünü kurmuşlardı. İlerici güçlerin yenilgisi üzerine kurulan yeni cumhuriyette askerler ile kilise ittifak halindeydi. Fransız ordusunu bir arada tutan ana unsur mensupları arasındaki kast bağlarıydı. Kendi özgül çıkarlarını korumanın dışında başka bir şeye inancı yoktu. Kurumsal olarak doğrudan Savaş Bakanlığı’na bağlı değildi ve sivil denetime kapalıydı. Katolik anti-semitizminin başını Cizvitler çekiyordu. Anti-semitizmin ayaktakımını harekete geçirmede ne kadar etkili olduğunu ilk onlar fark etmişti. Panama skandalının yarattığı sansasyon daha henüz taze iken Fransızların geleneksel düşmanlarından Rusya’ya Rothchilds’lerin büyük miktarda borç verdiği patlayacaktı. Tam da bu dönemde yani 1894 yılında Fransız Genelkurmayı’ndaki tek Yahudi subay olan Dreyfus’un para karşılığında Almanlara gizli belgeleri sattığı ortaya çıktı. Dreyfus davası Fransız toplumunu ortadan ikiye bölecekti. Bu bölünmenin merkezinde anti-semitizm vardı. Bir yanda her türlü kötülüğün kaynağı olarak Yahudileri gören gerici, reaksiyoner güçler diğer yanda ise devrimin cumhuriyetçi ideallerine inanmışlar vardı. İlerici olduğuna inanılan güçlerin büyük bir bölümü de anti-semitizmin etkisi altına girmişti. İşçi sınıfını temsil ettiğine inanan Sosyalist Parti anti-semitizmin siyasal bir mesele olduğunu kavrayamıyordu. Kitleler üzerinde hitabeti ile güçlü bir etkiye sahip olan J.Jaures anti-semit dalgaya karşı çıkmıyordu. Bir avuç insan Dreyfus’u savunuyordu.
Davanın ilk aşaması hızlı geçilmiş Dreyfus suçlu bulunmuş ve Şeytan adasına gönderilmişti. Lazare dava ile Dreyfus’un kardeşlerinin talebi üzerine ilgilenmeye başladı ve 1896 yılında da ilk yayınını yaptı. Dreyfus davası ile ilgilendiği dönemde Yahudilikle ilgili fikirleri dönüşüm geçirmeye başlamıştı. Lazare ile siyasi siyonizmin kurucusu kabul edilen Herzl, Yahudi Gettosu isimli kitaplarını birbirine yakın tarihte yayınladı. Herzl Yahudilere gettodan çıkmayı ve toprağa dayalı bir devlete sahip olmayı öneriyordu. Lazare ise Yahudilerin kurtuluşunun tek başına değil kendileri gibi olanlarla birlikte mücadele etmekten geçtiğini söylüyordu. Pragmatik biri olarak Herzl, Lazare’ye birlikte çalışmayı teklif etti ise de Dünya Siyonist Kongre’sindeki yakınlıkları uzun süreli olmadı. Lazare anarşist bir Yahudi milliyetçisiydi. ‘Siyonizmin Dönüşleri’ kitabının yazarı Gabriel Pıterberg’e göre Lazare ‘bilinçli bir paryanın hümanist milliyetçiliği denilebilecek bir tarza’ sahipti. Lazare ‘’Bu insanlar ‘ben tamamen hür olan, güneşin altında kendine ait bir yeri olan, haysiyetli bir insan gibi davranılan biri olmak istiyorum. Ezilmekten, zulümden ve bana yöneltilen aşağılamalardan kaçmak istiyorum’ diyorlar. Tarihte belli zamanlarda, belli gruplar için, milliyetçilik özgürlüğün temsilcisidir’’ diyordu.
Lazare’nin milliyetçiliği dışlayıcı değildi. Kimlikçiliğin cenderesine hapsedilmemişti. Lazare Yahudi tikelliği ile evrensel olan insanlık arasındaki uyuma dikkat ediyordu. Emperyalizm çağında egemen ulus milliyetçiliği hızla ırkçılığa doğru ilerlerken ezilen milliyetlerin milliyetçiliği özgürlük derdindeydi. Arendt, ırkçılığın yükselişini emperyalizmin en önemli belirtilerinden biri kabul edecekti. Irkçılık bir doğa ideolojisiydi Arendt’e göre. Doğanın yüceltimi en sonunda güçlü olanın ayakta kalacağı tezine evrilmişti. Tarihçi ideolojiler karşısında hâkim sınıflar çareyi bir doğa ideolojisine sarılmakta bulmuştu. Lazare’ye göre Yahudilerin proleter bir ulus olduğunu düşünüyordu. Başlangıçta hor baktığı doğu Yahudilerini bu düşüncesinin en önemli ispatı olarak ileri sürüyordu. Herzl ile yürüttüğü polemiklerin birinde ‘bizi Siyon’a mı yollamak istiyorsunuz? Biz gitmek istemiyoruz… Küçük atıl bir kabile olarak orada ot gibi yaşamak istemiyoruz. Eylemlerimiz ve ruhumuz ondan daha geniş olan tüm dünyaya uzanıyor; haklarımızdan feragat etmeden ya da bir şeyler yitirmeden kalmak istediğimiz yer orası’ diyecekti. Lazare kendini tikelliğe hapsetmek istemiyor, bundan ısrarla uzak kalmaya çalışıyor ve sürekli evrensel ile etkileşimde kalmayı arzuluyordu. Burjuva ulusçuluğundan nefret ediyordu. Lazare bilinçli bir parya ve Yahudi ulusçusuydu. Herzl’in Çar ve Sultan nezdinde yürüttüğü diplomasiyi eleştiriyor ve sırf Yahudilere bir toprak bulabilmek için başka halkların katliamına sessiz kalmayı affetmiyordu. Çünkü Herzl İstanbul’da Abdülhamit ile yaptığı görüşmelerde Yahudilere Filistin’e yerleşmeleri için gösterilecek kolaylıklar karşısında Osmanlı borçlarını üstlenmeyi ve Ermeni meselesinde Sultana yardımcı olmayı teklif etmişti.
Arendt’e göre Dreyfus davası ileride Yahudilerin başlarına gelecek felaketlerin sadece bir habercisiydi. Yahudiler bunu göremedi. Yahudilerin içinden demokratik bir seçeneği yaratmayı isteyen tek kişi bilinçli bir parya olan Lazere idi. Orta Avrupa kurtuluşçu Yahudi düşüncesi üzerine çalışmış olan Michael Löwy onun bu gelenek içinde sayılması gereken tek Fransız Yahudi’si olduğunu belirtecekti. Dreyfus olayı Siyonizm’e Yahudiler nezdinde geniş bir meşruiyet imkânı sağladı. Bir Avusturya gazetesi adına davayı takip etmiş olan Herzl Siyonist olmaya bu dava ile birlikte karar verdiğini söyleyecekti. Siyonizm ise Yahudilerin anti-semitizme karşı üretebilecekleri tek alternatif olarak kalacaktı. Bilinçli paryaların üretmeye çalıştıkları diğer tüm alternatifler Siyonizm tarafından ihanetle suçlanacak ve lanetlenecekti. Lazare’nin ısrarla uzak durmaya çalıştığı Yahudi tikelliği giderek ilhakçı, sömürgeci bir hâkim ulus milliyetçiliğine dönüştü.