Barolar Birliği Seçiminin Ardından
Muhalefetin önce CHP Genel Başkanı sonrasında Cumhurbaşkanı adayı olarak kendisine umutlar bağladığı Metin Feyzioğlu en sonunda tüm muhalefetin nefret objesine dönüşerek Barolar Birliği seçimlerini kaybetti. Ankara Hukuk Fakültesi'nde bir ceza hukuku profesörü iken kariyer basamaklarını hızlı adımlarla kat ederek önce Ankara Barosu Başkanı akabinde Birlik Başkanı olmuştu. Hukuk adamından çok gözünü erke dikmiş, sınır tanımaz pragmatizmiyle güce ulaşmak için kendi varlığını dahi inkar edebilecek bir karakter, bir kişilik Feyzioğlu. İçselleştirdiği yegane değer aşkın bir devlet anlayışı. Devletin anayasada tanımlanmış ayırıcı nitelikleri dahi son tahlilde önemli değil onun için. Cari devletin tanımladığı düşmanlarının, dışarıda bıraktıklarının onun nazarında bir hukuk süjesi olma ihtimali yok. Onlara uygulanacak düşman ceza hukuku karşısında devletinin yanında saf tutmaya hazır. Aşkın devlet anlayışını sınırsız bir bencillik ve ego ile rahatlıkla birleştirebilme yetisine sahip.
Şimdi kurtulunduğu için arkasından sevinç naraları atılan, milyonlarca kişi açısından da iktidar değişiminin işaret fişeği olarak algılanan Barolar Birliği seçimi umalım ki köktenci değişimlerin habercisi olsun. Ama bu sadece Feyzioğlu'ndan kurtulmakla başarılabilecek bir şey değil. Türkiye'nin yakın tarihindeki iktidar savaşları yargıya hakim olma mücadeleleriyle geçmişti. Düşmanlarınızı, muhaliflerinizi tasfiye edebilmek için önce kolluğu zaptı rapta almanız, akabinde ise yargı aracılığıyla düzmece mahkemeler kurarak işlerini bitirmeniz yeterliydi. Türkiye'de iktidar sahiplerinin ' sessiz devrim ' dedikleri bizimse ' pasif karşı devrim ' olarak nitelendirdiğimiz süreç böyle yaşandı. Avukatların, Baroların, Barolar Birliği'nin bu konularda iyi bir sınav verebildiğinden maalesef söz edemeyiz. Siyasi iktidar muhaliflerini birbirine kırdırarak, birini cezalandırırken diğerini kendisine müttefik yaparak, stratejik bir plan dahilinde hedeflerine ulaştı. Barolar bu sürecin bütünselliğini anlayıp bir karşı strateji üretemedi. Canı yananların sesi, çığlığı diğer canı yananlara ulaşamadı. Aradaki köprüyü sadece barolar ve onların örgütlenmiş hali olan birlikleri kurabilirdi, fakat devletin kadim düşman ceza hukuku uyguladıklarının hukukunu tavizsiz savunmaya ideolojik körlükleri nedeniyle yanaşmadılar. Bu nedenlerle Türkiye'deki hak-hukuk ve adalet mücadelesi zayıf ve cılız kaldı.
Yeni bir silkiniş için bahsettiğimiz derinlikte bir yaklaşıma ihtiyaç var. Baroların görevleri kendi kanunlarında açıklıkla yazılmış. Hukuku, ifade özgürlüğünü, temel hak ve hürriyetleri savunmak baroların en başta gelen görevleri. Düzenlemenin elastikiyeti baroların görev alanlarını genişletmeye müsait. İhtiyacımız olan şey öncelikle baroların ve birliğin hukukun tavizsiz savunucusu olması. Bu anlayışın her tür iktidara, güç odağına karşı geliştirilmesi. Siyasi iktidarların engelleyici tutumlarına karşı kendisine yüklenilen görevleri tavizsizce yerine getiren Baroların, bu tutum ve davranışlarını her türlü iktidar odağına kadar genişletmeleri. Çünkü biliyoruz ki iktidar bir yerde, bir noktada değil her yere dağılmıştır ve her yerdedir.
Barolar meslekte yaşanan işçileşme, derin sınıfsal ayrışmaya kayıtsız kalamazlar. Hukuk Fakültelerinin artan sayısı, meslekte yaşanılan orantısız genleşme, sırf kentlerin ekonomisine katkı olsun diye açılan fakülteler mesleğin itibarını hızla aşağı çekmektedir. Barolar her gün artan devasa sorunlar karşısında etkili çözümler geliştirememektedir. Yaşanılan yoksullaşma, artan pahalılık, buhranın kalıcı hale dönüşmesi meslektaşlarımızın büyük çoğunluğunun canını acıtmaktadır. Barolar aynı zamanda dayanışma örgütleridir. Böylesi bir dönemde her zamankinden çok daha fazla mesleki dayanışmaya ihtiyacımız var.
Hak merkezli, her tür iktidara karşı sadece ve sadece hukuk devletini ve hukukun üstünlüğünü savunacak, siyasi iktidarın karşısında olduğu gibi her tür iktidarında karşısında durma ferasetini gösterebilecek, baroculuğu bir mesleğe, profesyonel bir rutine dönüştürmeyecek, meslektaşlarının yaşadığı saygınlık kaybını tamir edecek, yoksullaşmanın bertaraf edilmesine çalışacak, baroculuğu güç sahipleriyle temas kurmanın vasıtası kılmayacak, kariyer basamağı olarak kurgulamayacak yepyeni bir yaklaşıma ihtiyacımız var.
Feyzioğlu bu bünyenin ürettiği bir sonuçtu. Elbette ona umut bağlayanlar, bir dönem peşinden sürüklenenler de derin bir hayal kırıklığı içindedirler. Kastımız yaraları kaşımak, kötü anıları tazelemek değil. Ancak mevcut baroculuk anlayışının Feyzioğlu gibi bir figürü ürettiğinin öz eleştirisi de verilmelidir. Onu gönderenler uzun süre birlikte yol yürüdüklerini de unutmamalıdır. Feyzioğlu bir yanılgı, bir yanılsama, bir aldanış değildir. Hukukun, temel hak ve özgürlüklerin, meslektaşlarının değil, , içine kaçmış aşkın devlet cininin ayartılarına kendini kaptırmış her faninin cisimleşmiş hali olarak karşımızda hep duracak. Onun yaşadığı zillet devletine toz kondurmaması, devletinin eli hukuk karşısında serbest kalırken buna sesini çıkarmaması, bir hukuk adamı olmaktan çıkıp sınır boylarında omuzunda apoleti varmış gibi dolaşmasından kaynaklandı. Bugünün ağır ve baskıcı atmosferinde ihtiyacımız olan şey giydiğimiz cübbenin önünün her tür muktedir karşısında sonuna kadar açık kalmasından geçiyor.