Baro Seçimleri Üzerine Sesli Düşünceler
Baro seçimleri bir süredir devam ediyor. Pandeminin etkisini bir fırsata çevirmek isteyen iktidar seçimleri çok uzun bir süre keyfi olarak ertelemişti. Geçen yaz barolar ve avukatlar açısından sıcak bir yaz olmuştu. Ciddi bir direnişe rağmen iktidarın baroları dizayn etme planının uygulaması olan ‘ çoklu baro ‘ teklifi meclisten geçip yasalaşmıştı. Büyük baroların birlik üzerindeki ağırlığını azaltmak amaçlı delege yapısındaki değişiklikler de kabul edilmişti.
Feyzioğlu’nun saraya yanaşması karşısında doğal bir yakınlık içine giren baroların büyük bölümü maalesef bu süreci engelleyebilecek basiret ve feraseti gösterememişti. Direniş baro başkanları ve etraflarındaki dar bir çevreyle sınırlı kaldı. Ankara girişinde başkanlara yönelik iktidarın pervasız davranışının toplumda yarattığı haklı infial kalıcılaştırılamadı. Başkanlar direnişin önce meslektaşlarına ve daha sonra da topluma doğru yaygınlaşması için gerekli adımları atmadı. Toplumda haklılıklarına ilişkin oluşan kanaati yaygınlaştırma ve derinleştirme yolunu seçmediler. Topladıkları sempatiyi somut bir sonuca dönüştüremeden demokratik mevzileri terk ettiler. Mücadelenin en kızıştığı evrede parlementer labirentlerde, komisyon müzakerelerinde kenar süsü olmayı kabullendiler.
Bu sonucun nedenleri üzerine ciddiyetle eğilmek gerekiyor. Hak arama bilinci en yüksek mesleğin mensupları olarak avukatlar kendileri açısından açıkça gasp anlamına gelen iktidar uygulamaları karşısında neden yenildiler. Hangi yapısal sorunlar, zaaflar, yetmezlikler böylesi bir sonucu doğurdu. Toplumun en dinamik kesimini oluşturan avukatların kendi özlük haklarını dahi koruyamamalarının doğuracağı sonuçlar nelerdir diye düşünmek gerekiyor.
Yine baro genel kurullarını sadece bir seçim yarışına indirgeyen anlayışı da tartışmak gerekiyor. Meslektaş katılımındaki eksikliğin nedenleri nedir, genel kurullar niçin sadece bu seçimde doğrudan taraf olanların ilgisini çekiyor. Tüm meslektaşları içine çekebilecek bir ortaklaşmayı niçin başaramıyoruz. Meslek etosu oluşturmak, hak arama bilincini önce kendi özlük hakları konusunda canlandırmak için gerekli mobilizasyon niçin sağlanamıyor.
Hukukun yerini anti hukuka bıraktığı çoktan anlaşılmış iken meslek hassasiyetlerimiz neden törpülendi. Ettiğimiz yemin buz üzerine mi yazılmıştır. Türkiye’de hukuk yok sayılırken, anayasa başta tüm mevzuat yok hükmündeyken bu derin sessizliğin nedenleri nelerdir? Birlik Başkan’ının oportünizmi, pragmatizmi bizi kendi günahlarımızdan kurtarır mı? Gerekli hukuk hassasiyetinin oluşturulamamasında baroların sorumlulukları yok mudur?
Arttırabileceğimiz başka soruları sormadan, tartışmadan, sorgulamadan, üzerine düşünmeden, kolay cevapların arkasına sığınarak ne mesleğin sorunlarına karşı ne de memleketi teslim alan hukuksuzluğa karşı etkili yanıtlar üretemeyiz.
Bugün ihtiyacımız olan şey öncelikle yarışacak arkadaşların genel kurulları sadece bir seçim prosedürüne çevirmekten kaçınmasından geçiyor. Bu özeni, hassasiyeti göstermekten imtina ettiğimizde kalıcı sorunlarımızın hiçbirini çözmeden etkisi, ağırlığı her geçen gün giderek azalan bir mesleğin mensupları olarak yaşamaya devam edeceğiz. Yeni bir duyuş, düşünüş ve sorgulayışa ihtiyacımız var. Sorunlarımız öncelikle ne ideolojik ne de politik. Meslektaşların mesleğin köklü biçimde dönüştüğünün, bastığımız toprağın ayaklarımızın altından kaydığının farkına varması gerekiyor. Sorunların nesnel biçimde tespitinden sonra aramızdaki ayrımları konuşalım. Solcu/sağcı, liberal/muhafazakar, Cumhuriyetçi/İslamcı hangi meslektaşımız bir kısmını ancak sıralayabildiğimiz sorunların varlığını yok sayabilir.
Artık bir işçi avukata dönüşen, onu dahi bulamayan onlarca genç meslektaşı ne yapacağız. Tabur tabur gelen meslek ordusu işçileşmenin, mesleği yapamamanın dayatmaları altında ezilirlen baroculuk sadece tuzu kuruların mı işi olacak?
Devam edeceğiz...