Balzac Üzerine Notlar (4)
Deha yalnızca yetenek değil bundan da fazla çalışmadır. Yetenekten ayrı tutmak için bu sıfatı yakıştırdığımız kişilerin en büyük özellikleri olağanüstü çalışkanlıklarıdır. Yetenek ile çalışkanlık biraraya geldiğinde ise zekanın bu az rastlanılan örneği karşımıza çıkıyor. Deha sadece yaptığı işe odaklanır diğer konularda çocuk gibidir. Balzac’ın kendi de yarattığı kahramanlar aracılığıyla dehanın bu yönüne dikkat çekmişti. Deha tıpkı Kant’ın buyruğunda olduğu gibi kendini yaptığı işe adar. Tüm yaşantısına altına gönüllü olarak girdiği bu yükümlülük yön verir. Buyruğu ihlal büyük bir günaha bulaşmak gibidir.
Balzac’a geçmeden bu durumu Nietzsche üzerinden anlatmaya çalışacağım. Bilindiği gibi Nietzsche yirmi bir yaşında filoloji profesörü olmuştu, ancak gözlerindeki rahatsızlık ve artan görme kaybı mesleğini yapmasını engelliyordu. Görme sorunlarından başka vücudunda başka rahatsızlıklarda vardı. Basel Üniversitesi tarihinde ilk defa özel yetenekleri nedeniyle bir kişiye ayrıcalık tanımayı ve erken emekliye ayırmaya karar verdi. Nietzsche’ye çok küçük bir emekli aylığı bağlandı. Filozofun vücudu o kadar hassastı ki kışları Akdeniz kıyılarında geçiriyordu. Bahar geldiğinde ise Alpler’e çıkıyordu ve yaşadığı yerin asgari ikibin metrenin yukarısında olmasına özen gösteriyordu.
Nietzsche senenin bir bölümünü Alplerde Sils Maria köyünde bir pansiyonda geçiriyordu. Filozofun yaşamına yönelik en ayrıntılı biyografilerden birini kaleme almış olan Julian Young’a göre odası “ tek küçük penceresi bir köknarın gölgesinde kalan, koyu renkli, ışığı emen çam keresteleriyle kaplı ... evin ikinci katındaydı. Tek bir ispirto lambasıyla aydınlanan oda loş ve sobasızdı. ... Bu odada her gün sabah beşte kalkar, bütün vücudunu soğuk suyla yıkar, bir saat kadar düşündükten sonra altı buçukta iki çiğ yumurta, küçük ekmekler, çay ve anasonlu galetayla kahvaltı ederdi. Üç-dört saat havaya ve sağlığına göre yürüyüş ve düşünmeden sonra öğle yemeğini yer ... bir bardak bira içerdi. Üç-dört saatlik başka bir yürüyüşün ardından çay ve çiğ yumurtadan oluşan akşam yemeğine geçerdi. ... Akşamları tıpkı Cenova’da yaptığı gibi yediden dokuza kadar karanlıkta sessizce oturuyor, böylece manevi güçlerini koruduğuna inanıyordu. Ardından yatıyordu. “ Nietzsche’nin inzivaya çekilişlerini yaratıcılık dönemleri takip ediyordu. Uzun yürüyüşler ve düşünmeler yaratıcı faaliyetin hazırlık dönemleriydi. Eserlerinin çatısını asıl bu zamanlarda kuruyordu.
Balzac Paris’e ikinci kez geldiğinde yazar olmaya karar vermişti. Taşradaki noter katipliğinin kendine göre olmadığını anlaması uzun sürmemişti. Yazar olarak hayatını sürdürebilmesi için imkanları çok kısıtlıydı. Annesinin ve kız kardeşinin küçük yardımları dışında bir birikimi yoktu. Çatı katında küçük bir odaya sığındı. Kışın odayı ısıtabilmesi mümkün değildi. Geceleri çalıştığı için mumu çok dikkatli kullanması gerekiyordu. Elindeki parayı çarçur etmemek için tek öğün yemekle idare ediyordu. Yazarlıktan para kazanmanın en kestirme yolu tiyatrolar için oyunlar, piyesler yazmaktan geçiyordu, fakat yazdıkları kabul görmüyor ve geri çevriliyordu. Cromwell ve Napolyon üzerine yaptığı denemeler başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Yazarlıktan para kazanamayınca giderek umutsuzluğa kapılıyordu. Çünkü ailesiyle yaptığı anlaşmaya göre başarılı olamaması halinde onların sözüne uyacak ve noter katipliğine geri dönecekti.
Balzac’ın çalışma temposu inanılmazdı. Neredeyse tüm zamanını çalışma masasının başında geçiriyordu. Dışarının gürültüsünden etkilenmemek için insanların uykuya çekildiği saati çalışmak için tercih ediyordu. Akşama doğru uyuyor gece saat on gibi kalkıyor ve ertesi gün oluncaya kadar çalışıyordu. Bu sayede kendini etraftan izole edebiliyor ve eserine yoğunlaşıyordu. Balzac’ın yetenekli olduğu roman türünde karar kılması epey bir zamanını aldı. Fakat aile desteği sona erdiğinden piyasa eğilimlerine uygun romanlar yazmak zorundaydı. Neye yazacağına kendi karar veremiyordu. Burjuva kamuoyunun eğilimlerini dikkatli biçimde gözlemleyen yayınevleri, gazeteler yazarlara konular öneriyor ve ne yazmaları gerektiğini vazediyordu. Balzac bu dönemde yazdıklarının edebi kalitesine kendiside güvenmediğinden yazdıklarını müstear adlarla yayınlıyordu ve değişik isimlerin ardına gizleniyordu.
Balzac kendi adıyla ilk romanını otuz yaşında yayınlamıştı. Bu döneme gelinceye kadar başka adlarla onlarca tefrika romanlar kaleme aldı. Bu romanları aç kalmamak, ailesine tekrar sığınmak zorunda kalmamak için yazıyordu. Büyük satış rakamlarına ulaşmış, ünlü olmuş Walter Scott, George Sand ve Eugene Sun gibi yazarları taklit ediyordu. Konularını tarihten, fırtınalı aşklardan alıyordu. Yazdıklarını düzeltme, tashih etme lüzûmu dahi duymuyordu. Halbuki kendi adıyla yazmaya başladıktan sonra düzeltme yapmadan, tekrar tekrar gözden geçirmeden hiçbir romanını yayınlatmıyordu. Balzac’ın bu dönemi on yıl sürdü. On yılın sonunda artık kendi ismiyle sahneye çıkmaya karar vermişti.
Balzac sağlığını bozacak, olumsuz etkileyecek düzeyde bir tempoyla çalışıyordu. Yazarlıktan para kazanmaya başladıktan sonra harcamalarını bir türlü ayarlayamıyordu. Lükse, gösterişe aşırı düşkündü. Yazarlık dışında denediği tüm işlerde başarısız olmuştu. Çabuk zengin olmak için yayıncılığa başlamış zararını telafi etmek için bu defa matbaacılığa geçiş yapmış ve en sonunda hurufatçılıkla noktayı koymuştu. Önceki zararını telafi etmek için her defasında daha büyük bir kumar oynamış ve elindekinin tamamını kaybettiği gibi büyük borca girmişti. Balzac borçlarını kapatabilmek için yayımcılarından avans alıyor ve deli gibi çalışıyordu. Yazdığı şahaserlerin büyük bölümünü buna borçluyuz. Kafasındaki roman taslaklarını daha doğarken yayıncılara açıyor ve bunun karşılığı üretmek yükümlülüğü altına giriyordu. Bu zorunluk olmasaydı İnsanlık Komedyası’nın bugünkü halini alabilmesi imkansızdı. Onunki keyfi, zevk için yapılmış bir iş değildi. Yazmak onun için bir mecburiyetti. Elinden gelen, becerebildiği en iyi iş buydu. Çiftlik denemeleri, madencilik serüvenleri ve zengin soylu bir dul ile evlenme planları hep hayal kırıklıkları ile sonlandı. Bu teşebbüsleri yazarlığının malzemesi haline getirdi. Balzac’ın özel yaşamı ile romanları arasında rahatlıkla bağlar kurulabilir. Pekçok baş kahramanına kişisel özelliklerini dağıtmıştır. Dikkatli bir okur bunları tespit edebilir.
Balzac yazmaya karşı nasıl iştahlı biri idiyse yaşamaya da o kadar tutkuluydu. Günde yirmi sayfadan aşağı yazmadığı söylenilir. Örneğin Louis Lambert’i yirmi beş günde yazdığı bilinmektedir. Doksan romanı yirmi yıla dağıttığımızda zaten her yıla en az dört roman düşmektedir. Bunların içinde ‘ Kibar Fahişeler, Sönmüş Hayaller, Köylüler ‘ gibi hacimli romanlarda bulunmaktadır. Bu çok yazmanın Balzac’ın düzeyini zaman zaman aşağıya çektiği gözleminde Cemil Meriç’e katıldığımızı belirtelim. Kibar Fahişeler ki muhteşem bir romandır ve Cemil Meriç çevirisinden okumak müthiş bir deneyimdir özellikle son kısımlarda yazar hedefine bir an evvel ulaşmak kaygısıyla davranır. Paris sosyetesini, suç dünyasını, basın hayatını, adliyesini tüm yönleriyle ele alan roman sonuna doğru yavanlaşmaya başlar. Meriç bu soruyu sormamıştır ama biz soralım, yazar bunu bilinçli mi yaptı acaba? Çünkü Balzac bu romanda ihtişamla sefaleti içiçe sergiler. Önce sosyetenin, adliyenin kusursuzluğundan bahseder sonra üzerlerindeki örtüyü tek tek çekmeye başlar ve ortaya çıkan sefaletten başka birşey değildir. Roman muhteşemdir sona gelindiğinde tık nefes kalır. Balzac’ın yaptığı bir ironi olamaz mı?