Bahçeli’nin Teklifi
Bahçeli’nin anayasa teklifi karşısındaki suskunluk dikkatinizi çekiyor mu? Bu suskunluğun nedeni muhalefet partilerinin tartışmayı baştan reddetmeleri değildir herhalde? Bu tartışmayı gündemin arka sıralarına itecek başka çok çarpıcı gündemlerin varlığı da değildir bu ilgisizliğin nedeni. Anlaşılan o ki Erdoğan ve çevresi Bahçeli’den gelen teklif karşısında yaşadıkları şaşkınlığı henüz üzerlerinden atabilmiş değil.
Biz Bahçeli’nin basın toplantısını izleyip önerileri işittiğimizde bunun Erdoğan’a yönelik bir sıkıştırma ve yeni bir mutabakat çağrısı olduğu kanaatine varmıştık. Bugün de aynı şeyleri düşündüğümüzden buradan devam edelim.
Bahçeli elindeki sınırlı gücü çok efektif kullanan bir siyasetçi. Gücünün sadece seçmen aritmetiğine dayanmadığını da çok iyi biliyor. Ancak Akp’nin oyları her geçen gün erirken Bahçeli, elindeki güçlerin Erdoğan’ın elini kolunu kıskıvrak bağlamak için yeterli olduğunu da görüyor. Rejimi değiştirmenin, şeklen tek adam olmanın elbette ödenmesi gerekli bir diyeti olacaktı ve şimdi Bahçeli onu Erdoğan’ın önüne koyuyor.
Teklif kuralsızlığı, istisna halini norma dönüştürmüş Erdoğan’ın karşısına yeni güç merkezleri çıkartmak üzerine kurgulanmış. Anlaşılan o ki yere göğe koyamadıkları ittifakın kalıcılığına kendileri de inanmıyor. Birbirlerinden her an vazgeçebilecekleri kaygısı Bahçeli’yi anayasal güvenceler aramaya itmiş. Bu anlamda teklifin sadece bu yönlerine ilişkin bir tartışma yürütüyoruz.
Bir defa Bahçeli mevcut rejimin adını Başkanlık olarak koyuyor ve buna da Türk tipi diyor. Cumhur ittifakının resmi sözcüleri bugüne kadar bundan ısrarla kaçınmışlardı. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi demek hem rejimdeki köklü değişikliği perdeliyor hem de geniş yığınlar nezdinde meşruiyet sorununu bir nebze de olsa giderebiliyordu. Şimdi Bahçeli bu şalların tamamını indiriyor ve eşyaya adıyla sesleniyor.
Teklifte İki Başkan Yardımcısı ve bunların seçimle gelmesi öneriliyor. Seçimle gelmeleri Başkan Yardımcılarına bir seçmen meşruiyeti sağlayacağından Başkan’ın gücünde kendiliğinden bir aşınmaya neden olacaktır. Bahçeli bu kişilerden en az birisini kuşkusuz kendisinin belirleyeceğini düşünüyordur. Şimdiki sistemde tek bir Yardımcı var ve bu kişi siyasi değil, seçimle gelmemiş ve bürokrat. Bunun muazzam bir etki yarayacağı anlattığımız gibi açık.
İkinci olarak siyasi krizler karşısında Meclis Başkanı’na bir rol yükleniliyor. Hem parlementer sistem de hem de şimdiki ucube rejimde Meclis Başkanı meclisteki çoğunluğa sahip parti veya partiler tarafından seçiliyor. Bu kişiler çoğunluk etkisiz ve sembolik görevlerle donatılmış oluyorlar. Bu teklif ile normalde parlamenter sistemde Cumhurbaşkanına verilmiş olan görev Meclis Başkanına veriliyor. Anlaşılan o ki siyasi krizleri çözeceği düşünülerek kurgulanmış Başkancı rejimin Erdoğan’ın şahsı düşünüldüğünde sürekli siyasi krizler üretmesi veri alınarak böylesi bir çözüm düşünülmüş. Akp’nin Meclisteki sayısal gücü hesaba katıldığında Bahçeli burada da etkili olacağı hesabını yapıyordur.
Anayasa Mahkemesi’nin yargının en üst makamı olmasına son veriliyor, yüce divan sıfatı elinden alınıyor, ancak yüksek yargıya üye seçiminde Meclisin eli de güçlendiriliyor. Şimdiki sistemde bu konuda Erdoğan’a verilmiş muazzam yetkiler var. Yüksek Yargıya üye seçiminde Meclisin yetkilerinin artması Erdoğan’ın elindeki sopanın alınması demek. Çünkü Türkiye’de hem sistem hem de muhalifler siyasallaşmış yargı eliyle tasfiye edildi. MHP bu hamleyle yargıda giderek artan etkinliğini Anayasal güvenceye bağlayıp, Erdoğan’la köprülerin atılması halinde dahi bu gücünü korumak istiyor.
Yine Diyanet’le ilgili düzenleme bu kurumu Başkanlık olmaktan çıkarıp alelade bir kuruma dönüştürmek suretiyle icrai gücünü kırmayı amaçlıyor. Bahçeli bunu yaparak tümüyle Akp’nin kontrolüne girmiş, her sahaya yayılmış, yeni rejimdeki etkinliği geçmişe göre misliyle artmış bu kurumu makul sınırlara çekmeyi hedefliyor. Bu kurumun yeni rejimdeki ideolojik gücünü kırmayı amaçlıyor.
Bahçeli başlangıcı “ Allah’ın lütfuyla “ başlayan bir Anayasa teklif ederek ortağının gönlünü almaya çalışıyor. Bunu yaparken seküler bildiğimiz Türk milliyetçiliğinin üzerine de ölü toprağını serpiyor. Bu da hareketin artık laiklikle ilgili bir derdinin olmadığını, böyle bir hassasiyetinin bulunmadığını, ortağıyla arasındaki sorunsalın sadece güç ve yetki paylaşımından ibaret olduğunun kabulü.
Muhalefetin bu tartışmadan kaçınması ise nasıl bir Türkiye tasavvurundan yoksunluğun göstergesi. Siyasi güçlerin ülkenin geleceğine dair tekliflerini sunduğu bir konjonktürde bundan kaçınmak, siyaseti seçim odaklı ve Erdoğan’ın yenilgisi üzerine kurmak anlamı taşıyor ki bu da her şey yerli yerinde kalsın sadece Erdoğan çekip gitsin demekten başka bir yere çıkmıyor.
Gezi’yi yaşamış, 7 Haziran’ı görmüş, başını her zaman “ dik tutmuş “, her defasında “ boyun eğmeyeceğiz “ demiş bir halk siyasal ufkunu salt başındaki müstebitin sessiz sedasız çekip gitmesiyle sınırlar mı, düzen muhalefetinin gücü onu bu sınırlar içinde tutmaya yeter mi birlikte yaşayıp göreceğiz.