1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Avrupa-ABD ilişkileri 
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Avrupa-ABD ilişkileri 

A+A-

 

Savaş başlamadan önce Avrupa’nın kendisine ait bir askeri gücü olmalı isteğini her vakit dile getiren Fransa’nın Cumhurbaşkanı Macron, NATO’nun ‘ beyin ölümünün ‘ gerçekleştiğini söylemişti. Çünkü Doğu Akdeniz’deki doğal gaz rezervleri ve kıta sahanlığı meseleleri NATO üyesi ülkeleri sık sık karşı karşıya getiriyordu. Yunanistan ile Fransa karşılarında Türkiye ile İtalya’yı buluyordu. NATO üyesi ülkeler arasındaki bu tür gerginlikler ittifak ruhuna zarar veriyordu. Açık sözlülükleriyle tanınan Fransızlar bu durumu kendileri açısından bir fırsata çevirmek istiyordu. Tabii ki heves başka o hevesi somut bir isteğe dönüştürmek bambaşka şeyler.

Almanya ise Merkel döneminde Rusya’yla olan işbirliğini çok ileri bir düzeye vardırmıştı. Bir üretim devi olarak dış politikasında tam bir pragmatizm içinde hareket ediyordu. Ürettiği mallara pazar bulmak, üretim çarkını döndürebilmek adına ihtiyaç duyduğu emtialara rahatça ulaşabilmek Almanya’nın önceliğiydi. Kapitalist dünyanın inzibatlığı görevi ABD’ye bırakıldığından jeopolitik meselelere kafa yormak, rakipleri baskılamak, düşmanları cezalandırmak sorumluluğu da onlara aitti. Almanya gibi zengin bir ülkeye düşen görevse bütün bu işlerin finansmanını üstlenmek konusunda elini taşın altına koymaktı.  

Bu nedenlerle Avrupa’nın iki lokomotif gücünden Fransa’nın ilgi alanı Kuzey Afrika ve Ortadoğu ile sınırlı iken  mallarına pazar bulmak arzusunda olan Almanların ilgi alanı daha genişti. Almanlar ABD’nin nükleer silah edinmesini önlemek için ağır yaptırımlar uyguladığı İran’la ticarete yaptırımlara rağmen devam ediyor,  Çin ile ‘ tek kuşak tek yol ‘ projesinin Avrupa’nın kuzey ucuna ulaşması için işbirliği yapıyordu. Bu proje geleneksel İpek Yolu’nun ihyası anlamına geliyordu. 16.yüzyılda dünya ticaretinin merkezi Atlantik’e doğru kaymaya başladığında İpek Yolu’da tüm cazibesini kaybetmeye başlamıştı. Ticari kapitalizmin gelişimini ticaret yolları belirliyordu. İvmesini kaybeden ticaret yolu kapitalizmin siklet merkezinin değişmesi demekti. 

Putin Rusya’sı Avrupa’daki varlığını konsolide etmenin yolunun kıtanın en güçlü ekonomisine sahip Almanlar ile ilişkileri özel olarak geliştirmekten geçtiğini iyi biliyordu. Bu nedenlerle Merkel döneminde Rus Alman ilişkileri tarihinin en iyi dönemlerinden birini yaşadı. Bir sanayi devi olan Almanya’nın enerji ihtiyacının /60’nı Ruslar karşılıyordu. Rus doğal gazının Avrupa’ya daha rahat ulaşması için yeni güzergahlar üzerinde çalışılıyordu. Ruslar Almanya’nın enerji ihtiyacını karşılarken, Almanlar da tüketim düzeyi yükselen Rus halkının her türlü ihtiyacını karşılayabilecek bir düzenek kurmuşlardı. Karşılıklı ihtiyaçların ve önceliklerin iyi saptandığı ikili bir ilişki ağı tesis edilmişti. Bir istihbaratçı olarak Almanya’yı kendi deneyiminden gayet iyi tanıyan Putin bu ilişkiye bir tarafıyla da stratejik yaklaşıyordu. 

Avrupa ve Amerika’nın her birinin iki katı büyüklüğünde bir coğrafyaya ve doğal zenginliklere sahip Rusya, doğal gaz ve petrol gibi stratejik ürünlere sadece bir metaa olarak değil stratejik gücünü azamileştirmenin bir aracı olarak bakıyordu. Avrupa’nın doğal gaz pazarını domine etme Ruslara kıta karşısında güçlü bir pazarlık aracı veriyordu. Kıtaya barış hakim olduğu, ticaret devam ettiği müddetçe herhangi bir sorun yoktu. Ama pandemi de olduğu gibi olağanüstü şartlar oluşup tedarik zincirleri sekteye uğramaya başladığında ticari kapitalizmin akışkanlığı tekliyordu. Savaş ise jeopolitik rekabetin en üst noktasıydı. 

Amerikalılar tüm bu gelişmeleri kaygıyla izliyordu. Fransa’nın NATO’ya ilişkin laflarından rahatsız oldukları gibi Almanya’nın ekonomik ilişkilerinin dış siyasette yaratması olası bir otonomiden de tedirgindiler. Çin’in küreselleşmenin avantajlarından yararlanmasını hasetlik içinde izlerken Rusların jeopolitik etkilerini  her gün arttırdığının da farkındaydılar. Bütün önemli ABD stratejistlerinin en korktuğu senaryo Çin ile Rusların ilişkilerini stratejik düzeye yükseltmeleri ve Avrupa’nın Amerika’dan uzaklaşmaya başlamasıdır. Gerileyen bir hegemonik güç olarak ABD’nin başına gelebilecek en büyük felaket bu senaryonun realize olmasıdır. ABD’nin elindeki tüm araçları kullanarak yaptığı da böylesi bir senaryoyu daha doğarken engellemektir. 

Ukrayna Savaşı ilk anlarında ABD’ye böyle bir fırsatı verir gibi oldu. Putin’in Ukrayna’ya açtığı savaş ABD’ye dünyanın büyük bölümünü kendi etrafında konsolide edebilme fırsatını sağladı. Putin’e duyulan alerji,savaş gerekçelerinin arkaikliği, propaganda makinalarının çalışmaya başlaması, ABD’ye savaşın dışında kalmakla beraber Rusya’ya karşı açılan cephenin liderliğini yapma imkanını verdi. ABD etkili olduğu tüm uluslararası kurumları harekete geçirerek Rusya’ya tarihin gördüğü en ağır yaptırımların uygulanmasının önünü açtı. Sınırlı sayıda ülke dışarıda kaldı. Yaptırım düğmesine basanların en başında Avrupa geliyordu. Hatta Avrupa’da iş yaptırımların ötesinde Rus olan her şeyi düşmanlaştırma ve yok sayma noktasına kadar varmıştı. Böylece ABD bir kez daha ‘zavallı kıtayı’ kuyruğuna takmış, etrafında konsolide edebilmişti. 

Ama savaşların doğası değişkendir. Önceden belirlenmiş hesaplara uymamak gibi huyları vardır. Hele çağımızda savaş artık sadece cephede olup bitmiyor. Almanların dediği gibi savaş bir kez başladığında milletler açısından artık topyekun bir savaşa dönüşüyor. 100.günü çoktan geride bırakan savaşın bu kadar uzun süreceğini başlangıçta kimse tahmin etmiyordu. Savaş geldiği aşamada her iki taraf açısından da tam anlamıyla bir yıpratma savaşına dönüşmüş vaziyette. Ufukta sona ereceğine ilişkin hiç bir emare de bulunmuyor. ABD savaşı uzaktan yönlendirip Rusya’yı bataklığın içerisine sürükleyerek takatsız bırakmak isterken Ukrayna denilen ülke de yerle yeksan ediliyor. 10 milyon Ukraynalı ülkesini terk etti. Bütün büyük şehirleri ağır bombardımana maruz kaldı. Ordusunun savaş ekipmanları bitme noktasına geldi. Doğu ve güneydeki topraklarını yeniden kazanabilmesi neredeyse artık imkansız. Her gün 100 askerini kaybettiği kendi yetkilileri tarafından itiraf ediliyor. Askeri gücü tükenme noktasında ve Batı’dan gelen yardımlarla, ancak ayakta durabiliyor. Savaş enerji fiyatlarını patlattı, enflasyonu hortlattı ve memnuniyetsizlikleri körüklemeye başladı. İşte tam bu sırada kurt diplomat, stratejist, ABD eski Dışişleri Bakanı Kissinger toprak karşılığı barıştan bahsetmeye başladı. Hemen akabinde ise Alman şansölyesi, Fransız Cumhurbaşkanı ve İtalyan Başbakanı Zelinski’ye üstü örtülü biçimde bu teklifi yapmak için Kiev’e gitti.

Önceki ve Sonraki Yazılar