Avrasyacılık
Avrasyacılık Sovyet düzeninin çökmesinden sonra gündeme daha yoğun biçimde giren jeopolitik düşünme biçimlerinden biri. Avrasyacılık, Atlantikçilik karşısında kaybeden Varşova paktının doğurduğu boşluğu ikame etmek üzere gündeme geldi. Sovyetler ve etrafında dizilen doğu Avrupa ülkelerinin oluşturduğu bir askeri ittifak olan Varşova Paktı dağıldığında küresel güvenlik mimarisi tektonik bir kaymaya uğradı. Dünya o güne kadar aslolarak iki farklı dünya görüşü etrafında kutuplaşmıştı. Her iki kutbun birbirine karşı kurduğu askeri ittifaklar vardı. Sovyet düzeninin çökmesi her cephede kıyasıya sürdürülen savaşı ideolojik olarak kapitalizmin, askeri açıdan Atlantikçi paktın kazanması demekti. Bu gelişmeler üzerine herkes Nato'ya ihtiyaç kalmadığını söylemeye başladı. Küresel barışın hakim olması için Nato kendini lağvetmeliydi. Bu paktın varlığının devam etmesi gerektiğine inananların artık yeni tehditler bulması gerekiyordu. Nato'nun meşruiyetine gerekçeler yaratabilmek için, askeri-sınai kompleksin çarklarının çevrilmesi için hayali de olsa yeni düşmanlara ihtiyaç vardı. ABD'nin dünyanın dört bir yanındaki askeri varlığına meşruiyet sağlamak için düşünce kuruluşları birbiriyle yarışmaya başladı.
ABD'nin en etkili stratejistlerinden Zbigniew Brzezinski 1997 yılında yayınlandığı ' Büyük Satranç Tahtası ' isimli kitabında dünyanın merkezinin Avrasya olduğunu söyler. Bu düşünceyi geliştirirken Alman ve İngiliz jeopolitikçilerinden ilham alır. Carter döneminde Beyaz Saray'da Ulusal Güvenlik Danışmanlığı da yapan Brzezinski, Avrasya'yı insan bünyesindeki kalbe benzeterek dünyanın kalpgahı olduğu iddiasında bulunur. Ona göre Avrasya'ya hakim olan güç son tahlilde dünyaya da hakim olacaktır. Sovyet düzeninin çökmesinden sonra ABD'nin stratejik planlarını buna göre yapması şarttır. Avrasya'da etkili olamayan bir gücün dünya siyasetinde söz sahibi olması mümkün değildir. ABD'nin öncelikli stratejisi bölgedeki büyük güçlerin yan yana gelmesini önlemektir. Afganistan'daki ABD askeri varlığının gerekçesi bu stratejiye dayanmıştır. Rusya, İran ve Çin ile birlikte Avrasya'nın en önemli üç gücünden birisidir. Bu üç güç arasında artacak iş birliği imkanları kıta Avrupa'sını da etkileyecek ve Atlantik ittifakından uzaklaştıracaktır.
Avrasya, Avrupa ve Asya kıtalarının terkibinden oluşur. Büyük Avrasya kıtasının merkezindeki ülke teoriye göre Rusya'dır. Sovyetlerin dağılmasından sonra dahi Rusya'nın etki gücü Baltık kıyısındaki Kaliningrad'dan başlar Pasifik'teki Vladivostok'a kadar devam eder. Topraklarının yaklaşık üçte biri Avrupa'da bulunan Rusya'nın geri kalan toprakları Asya'dadır. Ruslar kendilerini hem Avrupa'ya hem de Asya'ya ait hissederler. Avrupa'nın bir kısmını içine alan bu devasa ülke Petro'dan beri yoğun bir kimlik karmaşası yaşamaktadır. Petro ile birlikte Ruslar yüzlerini Avrupa'ya dönmüş, Katerina ile birlikte de artık Avrupa sisteminin ayrılmaz bir parçası olmuştur.
18.yüzyıldan bu yana Rus aydınları tıpkı Türk aydınları gibi nereye ait olduklarını tartışır. Atalarının bir kısmı 8-9.yüzyılda kuzeyden gelen Valyalılar olan bu halk daha güneyden gelen halklarla da yoğun bir etkileşim içinde bulundu. Geç orta çağa denk gelen bu dönemde doğu ile batı arasındaki ticaret yolları Karadeniz üzerinden geçiyordu. Şarkın emtiaları kuzeye bu güzergah aracılığıyla taşınıyordu. 15-16.yüzyıllardaki Tatar saldırıları Rusları dünya tarihine damgasını vurmuş olan Moğollar ile tanıştırdı. Moğollar dünyanın en büyük impartorluğunu kurmuştu. Çin'in bir kısmını da içine alan bu imparatorluğun sınırları kıta Avrupa 'sının ortalarına kadar uzanıyordu. Kiev'in hemen aşağısında güneyde bulunan Altın Orda devleti Moğol artığıydı. Bu Moğol devleti savaşçılığı yanında ticaretteki yeteneği ile de dikkat çekiyordu. Ruslar başkentlerini Kiev'den Moskova'ya taşıdıklarında bu kent çok uzun süre Moğol Tatarlarının işgali altında kalmıştı. Moskova Prensliğinde bu tarihten itibaren Tatarlardan teşekkül yeni bir boyar yani soylular sınıfı oluştu. Bu nedenle Ruslar kimliklerinin bir yanının Asyalı Moğol-Tatar olduğunu kabul eder.
Yukarıda anlatıldığı gibi bu kimlik karmaşası Ruslara her iki tarafa da seslenme imkanını veriyor. Hem Asya'ya hem de Avrupa'ya uzanan büyük ve geniş topraklarda yaşadıklarından kendilerini iki tarafa da ait sayıyorlar. Avrupa'yla yaşadıkları her sorundan sonra Asyalı kimliklerine sarılırlar. Avrupa'yla ilişkiler bozulduğunda yüzlerini hemen Asya'nın lideri olmaya çevirirler. Ortodoksluk da elbette bu kimliğin ayrılmaz parçasıdır. Bizans'ın düşmesinden sonra Ruslar kendilerini Hıristiyanlığın hamisi kabul etmiş ve Moskova'ya 3.Roma demişlerdi.
Asya dinleri geleneğine uygun olarak din daima devletin kontrol aracı olarak kullanılmıştır. Çarlar döneminde başlayan bu gelenek halen sürmektedir.. Ruslar Ortodoksluktan dolayı kendilerini Slavların lideri olarak da kabul eder. Batıcılık karşısında Tatar kimliği ile Ortodoksluk Avrasyacılığın iki güçlü tutkalıdır. Avrasyacılık Rus tarihinde kendini Batıcılığın ve Slavcılığın alternatifi olarak sunar. Rus emsalsizliğinin kendilerini ancak Avrasyalı saydıklarında mümkün olacağını iddia ederler. Seçilmiş bir halk , millet olarak Tanrı onlara dünyanın merkezini armağan etmiştir. Tanrının özel bir misyonla donattığı halk olarak da bunun hakkını vermelidirler. Avrasyacı düşünce Rus kimliğini tek bir boyuta indirgemez. Kimliklerin çoğulluğunu kabul eder. Rusya bir ulus devletin dar kalıplarına sıkıştırılamaz. Tanrı Ruslara Müslümanların, Hıristiyanların çok az da olsa Budistlerin birlikte yaşadığı bir ülke vermiştir. Sayısız halk, millet ve cemaat birlikte yaşayacaktır. Avrasyacılık bir tür imparatorluk hayalini içerir. Bu kadar geniş topraklar, sayısız insan çeşitliliği, ancak İmparatorluk nosyonunun içselleştirilmesiyle yönetilebilir. Elbetteki soy olarak Ruslar bu imparatorluğun milleti hakimesi olacaktır.
Avrasyacılık tarih boyunca Rusya'da üretilmiş bir jeopolitik düşünce, stratejik tutum ve medeniyet tasavvuru olduğundan Avrasyacılığı daha çok Rusya özelinde değerlendirdik. Avrasyacılık kendini bu coğrafyaya ait gören başka halkların, devletlerin kendileri ve uzantıları tarafından da stratejik tutum olarak benimsenebiliyor. Örneğin Türkiye'de Perinçek ve Aydınlık çevresi Avrasyacılık üzerine paneller düzenliyor, kitaplar yayınlıyor. Bu çevrenin siyasi sözcülüğünü yaptığı devlet içindeki bir klik Atlantikçiliğe karşı Avrasyacılığı Türkiye'nin stratejik yönelimi olarak savunuyor. Atlantik egemenliğindeki bir dünyada parya gibi yaşamaktansa Avrasya'nın lider ülkelerinden biri olmanın hayalini kuruyor. Nüfusunun %40'ını Ruslardan oluşan Kazakistan'da da Avrasyacılık ciddi bir eğilim.
Not: Fikriyatın doğumuna ve önemli temsilcilerine sonraki yazıda değineceğiz.