Amok Koşusu
‘ Amok Koşucusu ‘ Zweig’ın en bilinen öykülerindendir. Zweig burada bir trajediye odaklanır. Amok koşucusu olmak şuursuzca, tutkularımızı frenleyemeden, önümüze çıkan herşeyi adeta yıkarak saplantılarımıza doğru yaptığımız yolculuğu anlatır. Novella’nın kahramanı bir doktordur. Güçlü, dominant kadınlar karşısında küçülen, onların kendisini ele geçirmesine karşı koyamayan, baş etmek yerine gururuna sığınan birisidir o.
Başarılı bir tıp doktoruyken kadın hastasının iradesine boyun eğerek hastanenin parasını el koymuş, bu yüzden işinden ayrılarak ülkeyi terk etmeye karar vermiş, tam ayrılacağı sırada yine benzer bir hayat kadınının iğvasına kendini kaptırarak meteliksiz biçimde doktorluk yapmak üzere Doğu Hint Adalarına gitmek zorunda kalmıştır. Burada yaklaşık 7 yıl herşeyden uzakta kendini izole etmiş şekilde, amaçsızca görevini yapmıştır. Beyaz bir Avrupa’lı olduğundan yerliler kendine geleneksel kültürleri gereği itaat etmiş, kendisi başlangıçta bu durumu garip karşılasa da bir süre sonra durumu kanıksamıştır.
Bölgenin Başkan Yardımcısını mucizevi bir biçimde tedavi ederek sağlığına kavuşturduğu için önce dikkatleri çekmiş, gözden uzak bir yerde fedakarca görev yapmasından dolayı ilgi görmeye başlamıştır. Görevinin başında bulunduğu bir sırada yüzündeki tül ile kendisini gizleyen, buyurgan bir kadın kendisine yardımcı olup olamayacağını öğrenmek üzere kahramanımızın karşısına çıkar. Kadının bu kararlı hali karşısında afallayan, ne yapacağını bilemeyen doktor bir gurura kaptırır kendini. Aslında gururu güçlü bir kadın karşısındaki savunma mekanizmasından başka birşey değildir.
Novella’nın sonuna doğru anlarız ki karşısına çıkan kadın bölgenin en zengin kişisinin eşidir, sevgilisinden hamile kalmıştır ve bebeğini aldırmak için doktorun görev yaptığı en ücra yeri olaylar ayyuka çıkmasın diye seçmiştir.
Kadın, doktorun gururu karşısında her güçlü kadın gibi müdanaa etmeden sağlık ocağını terk eder. Doktor bu davranış karşısında bir ikileme girer ya gururuna boyun eğerek olay karşısında kayıtsız kalacak yada gerçekten yardıma ihtiyacı olan birisine el uzatacaktır. İşte burada doktorun ‘ amok koşusu ‘ başlar.
Doktor her hal ve kayıtta kadına yardımcı olmak onun kibirli ve soğuk davranışının altında gizlenmiş çaresizliğine destekte bulunmaya karar verir. Kadını arayıp bulmayı, ona yardımcı olmayı artık gaye edinmiştir.
Kadın ise doktorun bu ‘ amok koşusu’ ndan, saplantılı tavırlarından içinde yaşadığı gerçekler nedeniyle tedirgin olup rahatsız olur. Doktor da kadına yardımcı olmak, ona ulaşmak artık bir tutkuya dönüşmüş adeta ne yaptığını bilmez bir hale gelmiştir. Adabı muaşeret kurallarını çiğner, cemiyet hayatındaki saygınlığı bu davranışlarından dolayı yerle bir olur. En sonunda doktor kadına belli bir saat vererek gelmediği taktirde intihar edeceğini söyleyen bir mektup gönderir. Bir yanda sırrının açığa çıkmasından, tüm dünyasının yıkılmasından endişe eden kadın diğer yanda ise tutkularına boyun eğmiş vaziyette kadına yardımcı olmaya çalışan adam.
Kadın eşinin yurtdışında olduğu bir sırada çocuğu aldırmaya karar verir. Geleneksel yöntemlerle yapılan kürtaj onun sonu olur hem çocuk hem de kadın can verir. Ölüm anına son anda yetişen doktora kadın bu sırra sahip çıkmasını ve kimseyle paylaşmamasını tembihler. Artık adamın ‘amok koşusu’ hedef değiştirmiş ve sırra sahip çıkmaya dönüşmüştür. Bunun için kadının sevgilisi ile suç ortaklığından kaynaklanan bir dostluk geliştirir, aile doktorunu olaylar açığa çıkmasın diye ölümle tehdit eder.
En sonunda aile doktoruna ölümün kalp krizinden olduğuna ilişkin resmî bir rapor yazdırır ve bunun karşılığında ülkeyi terk etme sözü verir. Kadının tabutu ile birlikte gizlice ülkeyi terk eder. Gemi Napoli’ye yaklaşıp karaya çıkılacağı sırada iskelenin üzerine atlayarak tabutla birlikte Akdeniz’in sonsuzluğuna karışarak can verir.
‘ Amok Koşusu ‘ Zweig’ın en ünlü novellarından birisi olmakla kalmamış sıkça kullanılan bir deyime de dönüşmüştür. Hedefsiz, çaresiz, saplantılı, tutku ve istekleri anlatmak için kullanılır. ‘ Amok Koşusu’ na kendini kaptıran kişi hem kendisine hem de çevresine felaketler yaşatır.
Amok koşusuna kendini bırakmak insani çıkmazların, ezikliklerin, tutkuları yaşayamamanın tezahürü, kendimizi gerçekleştiremeyişlerimizin bir ifadesidir. Bir burjuva hümanisti, Avrupa’nın son aydınlarından birisi ve kendisi de eşi ile birlikte ikinci dünya savaşının başlarında dünya ile yaşadığı uyumsuzluklar nedeniyle intihar etmiş olan Zweig’le tutkuların insan yaşamındaki yeri ve nasıl yaşanılması gerektiği konusunda farklılıklarımız olabilir. Ancak onun bu kısa ve etkileyici novellasının bir başyapıt olduğu her türlü tartışmadan varestedir.