Amirabad: Artık beni öldürecek
“Seni öldürürsem üç beş ay yatar çıkarım” diye tehdit edip eşi Amirabad'ı döven şahıs serbest bırakıldı. Amirabad can güvenliğinin olmadığını söyleyerek yardım bekliyor.
Galavizh Ayoubi Amirabad…
İran’da çocuk ve kadın haklarını savunduğu için hakkında idam cezası verilmiş; bu yüzden Türkiye’ye sığınmış bir kadın.
Amirabad’ın adını ilk kez, eşi tarafından “Seni öldürürsem üç beş ay yatar çıkarım” diye tehdit edilip dövüldüğü bir video aracılığıyla duymuştuk.
2017 yılında İran’dan kaçıp Türkiye’ye sığınan Amirabad, Adana’da Zülküf Coşkun’la tanıştı ve 2019 yılında da evlendi. Coşkun’dan bir çocuğu oldu. İlk zamanlarda evliliklerinde bir sorun yoktu. Ta ki Amirabad’ın İran’dan gelen parası kesilene kadar. Kadından para alamayan Coşkun, belirli periyodlarla şiddet uygulamaya başladı. Sonra da evi terk etti.
Amirabad ve çocuğu karınlarını komşularının yardımıyla doyurmaya başladı. Medyaya yansıya şiddet görüntülerinde Amirabad ve çocukları komşuda iftar yemeğindeydi.
Görüntüler üzerine Coşkun tutuklandı. Ancak ilk duruşmada tahliye edildi. Savcının tutukluluğunun devam etmesini istemesine rağmen.
Coşkun, mahkemede “Neden şiddet uyguladın” diye sorulduğunda “Hatırlamıyorum. Bir anda kendimi dışarıda buldum” diye yanıt vermişti. Gözyaşı döküp videodaki görüntüleri bile inkar etmişti.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu adına davaya katılan avukat Tuba Torun, duruşmanın ve sürecin ayrıntılarını Diken’e anlattı.
Amirabad’ın duruşmaya eli alçılı halde geldiğine dikkat çeken Torun, hakimin kararına herkesin şaşırdığını şu ifadelerle söyledi: “Gözle görünür bir mağduriyet vardı. Galavizh’in çıkarken ilk söylediği şey ‘Artık beni öldürecek’ oldu. Oturdu kaldı. ‘Üç beş ay yatar çıkarım derken bir bildiği varmış demek ki’ dedi. Bir müddet kaldıramadık onu, şoka girdi.”
Coşkun’un dokuz ay önce pompalı bir silahla Amirabad’ı tehdit ettiği de mahkeme tutanaklarında yer aldı.
Coşkun’un şiddete meyilli biri olduğunu, yaralama ve birçok suçu içeren adli kaydının bulunduğunun altını çizen Torun şöyle devam etti: “Burada bir can tehlikesi söz konusu, aciliyetli bir durum var. Tahliye verdikten sonra dosyaların sunulmasının hiçbir anlamı yok. Çünkü tutuklamanın amacı zaten hayati tehlikesi varsa eğer bu tehlikeyi devre dışı bırakmaktır. Tahliye kararı verdikten sonra siz istediğiniz kadar delil toplayın. Bu tür şiddet olaylarında hiçbir anlamı yok.”
Avukatın özel girişimiyle elektronik kelepçe
Evden uzaklaşmaması kaydıyla tahliyesine karar verilen Coşkun’a elektronik kelepçe de takılmadı.
Torun kanun gereği elektronik kelepçe uygulamasının aciliyet olduğuna şöyle dikkat çekti: “Hakime benim sorduğum ilk soru ‘Failin evden çıkıp çıkmayacağının denetimi nasıl yapılacak‘ oldu. Polislerin bunu denetleyeceğini, belirli bir aralıklarla bunu kontrol edeceklerini söyledi. Polis her ne kadar kontrol de etse faili, kontrol etmediği bir saatlik zaman zarfında da fail mağdura bulunduğu yere gelip onu öldürebilir. Özel vekili Umut Topuz bunun üzerine elektronik kelepçe talebinde bulundu, bakanlıkla iletişime geçti. Yani Topuz’un özel girişimiyle faile elektronik kelepçe takıldı.”
8 Mart 2015’te Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bir araya gelerek, kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetle mücadele etmek için elektronik kelepçe uygulamasının devreye girmesi adına bir protokol imzalamıştı.
‘Elektronik kelepçe amacı dışında kullanılıyor’
Torun bu uygulamanın amacı dışında kullanıldığına dikkat çekerek şöyle devam etti: “2018’da yaklaşık 360 bin koruma kararı alınmasına rağmen yalnızca beş elektronik kelepçe uygulaması yapılmış. Ama Boğaziçi direnişinde derhal 25 elektronik kelepçe uygulaması yapıldı. Elektronik kelepçe uygulaması 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde çıkarılmışken ve kadına yönelik şiddet vakaları için odağa alınmışken kesinlikle uygulanmadığını ve amaç dışı kullanıldığını görüyoruz. Elektronik kelepçe Boğaziçi’nde anayasal haklarını savunan gençlere bile uygulanırken bu kadar ciddi hayati tehlikesi olan bir şiddet mağduru için nasıl uygulanmaz bunu anlamak mümkün değil .”
Elektronik kelepçeye rağmen
Coşkun elektronik kelepçeye rağmen Amirabad’ın evine gitmeye çalıştı: “Gece saat 3’te fail motosikletiyle mağdurun ve çocuklarının bulunduğu konuta doğru yola çıkmış. Fail bulunduğu yerden uzaklaşınca emniyet alarma geçmiş, emniyetin harekete geçmesiyle fail panik olarak tekrar evine dönmüş. Büyük ihtimalle öldürmeye geliyordu, büyük ihtimalle üzerinde bir silah vardı. Bu sebep failin tutuklanması için bile etkin ve yeterli bir sebeptir.”
‘Tahliye kararından sonra dile getirdiğimiz endişelerimiz gerçekleşti’
Bu durumun bir suçüstü olduğunu ve mahkeme kararının açıkça ihlal edildiğine belirten Torun, mevcut yasalarda kadını tam anlamıyla korumak için eksikler olduğunu şöyle ifade etti: “Polis burada re’sen hareket edebilir mi? Tabii ki ihbarda bulunulabilir. Yakalama tedbiri uygulanabilir ama dosya kapsamında şu an kovuşturma aşamasında. Tutuklama kararının verilmesi için mahkemeye intikal etmiş olduğundan dosya, burada tabii ayrıca bir talep gerekiyor. Bu da bir eksiklik.
Özellikle 6284 kapsamında şiddet mağdurunun korunması ve bunun aciliyeti bakımında ele alınırsa, elektronik kelepçe sınırlarının ihlali durumunda polisin derhal yakalama tedbirinin de uygulanması gerekiyor. Bu yapılmıyor maalesef. Tutuklama kaçma tehlikesi varsa verilir. Bu adamın kaçma tehlikesi apaçık var. Kanunlara riayet etmediği ciddiye almadığı açıkça ortada. Biz duruşmadan çıkar çıkmaz tahliye kararına bu nedenlerden dolayı tepki göstermiştik. Nitekim endişelerimiz ve tepkilerimiz de doğruymuş, bunların hepsi oldu zaten.”
İstanbul Sözleşmesi yürürlükte olsaydı
Hükümet, Türkiye’nin mevcut iç hukukunun ‘kadına yönelik şiddetle mücadele etmeye yettiğini’ savunarak İstanbul Sözleşmesi’ni feshetmişti.
Ancak Amirabad’ın başına gelenler, kadına yönelik şiddeti engelleme hususunda mevcut iç hukukun yeterli olmadığını gözler önüne serdi.
Avukat Torun İstanbul Sözleşmesi’nin önemini bu somut olay üzerinden şu sözlerle anlattı:
“İstanbul Sözleşmesi’nde ceza hukukun en etkin şekilde uygulanması ve cezasızlığa yer olmaması gerektiği üzerine basa basa söyleniyor. Burada da aslında adamın tahliye edilmesi bir tür cezasızlık. Burada sistematik şiddet söz konusu. Şiddet sistematik olduğunda bunun eziyet suçu kapsamında olduğunu hem Yargıtay kararları çerçevesinde hem de İstanbul Sözleşmesi çerçevesinde söylemek mümkün. Dolaysıyla eziyet suçu olarak değerlendirdiğinde de aslında tutukluluk tedbirinin uygulanması gündeme geliyor. Geçtiğimiz yıl infaz yasasıyla birlikte ceza yasasına giren ‘canavarca hisle yaralama’ diye bir kavram var. Bir suç var burada. Biz duruşmada hem canavarca hisle yaralama hem de eziyet suçundan ek iddianame düzenlenmesini talep ederek hem tutukluluk tedbirinin hem de cezalandırmanın yapılmasını istedik. Bu taleplerimiz reddedildi.
Mahkeme mevcut dosyaya göre hareket etti. Kadının eli alçıdaydı örneğin ama mevcut dosyada kadının eliyle ilgili yaralanmaya tam olarak yer verilmemişti. ‘Tekrar rapor istensin’ dedik. Bu talebimiz de reddedildi. Bakıldığında İstanbul Sözleşmesi bu manada şiddet mağdurundan yana her türlü tespitin yapılmasını ve kovuşturmanın da buna göre yapılmasını öngörür. Fakat ne yazık ki bizim taleplerimiz bile reddedildi. Yani İstanbul Sözleşmesi’nin emrettiğinin aksine etkin kovuşturma yapılmıyor şu anda ve tahliye de cezasızlık anlamına geliyor. Dolayısıyla burada şiddet faillerinden yana şiddetten yana bir tolerans olduğu görülüyor.”
‘Bu olayda şiddeti tolere ettiklerini görüyoruz’
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık’ın kadına şiddet olaylarındaki artışın ‘tolere edilebilir düzeyde’ diye nitelediği sözlerini hatırlatan Torun şöyle devam etti: “Burada şiddet artışının tolere edildiğini ve şiddet faillerinin tolere edildiğini görüyoruz. Oysa İstanbul Sözleşmesi şiddete en ufak bir tolerans dahi sağlanmaksızın en etkin şekilde yasaların uygulanmasını söyler. Ayrıca can simdi niteliğinde tedbirler öngörür. Elektronik kelepçe de bunlardan biri.
6284 sayılı yasa da İstanbul Sözleşmesi’ne dayanarak iç hukuka uyarlanmış bir yasadır. Burada bu tedbirin de etkin bir şekilde uygulanmamasıyla birlikte aslında İstanbul Sözleşmesi’nin göz ardı edildiğini görüyoruz. Eğer İstanbul Sözleşmesi’nin emrettiği bağlayıcı hükümler en etkin şekilde uygulansaydı bugün fail hem tutuklu olurdu hem şiddet mağduru da bir nevi rehabilite edilirdi.”
Duvar'dan Ayşegül Kasap'ın haberinin tamamını okumak için tıklayınız
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.