1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Althusser Üzerine Notlar (6)
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Althusser Üzerine Notlar (6)

A+A-

Savaştan önce yayınlanan Granada isimli ansiklopedinin Marx’la ilgili bölümünü yazarken Lenin, Marksizm’in üç kaynağını olduğunu ileri sürdü ve bu tez tartışmasız bir kabul gördü. Marksizm’in üç kaynağı vardı, bunlar İngiliz Ekonomi-Politiği, Alman felsefi idealizmi ve Fransız sosyalizmiydi. Lenin yazısında Marksizm’in bu üç kaynaktan çıktığını söylüyordu. Ancak aradaki ilişkinin epistemolojik düzlemi konusunda bir iddiada bulunmuyordu. Yaptığı sadece titiz bir biçimde kaynakları tespit etmekti. Lenin evvelde söylediğimiz gibi felsefeye başlı başına bir ilgi duymuyordu. Lenin'in teorik yoğunlaşmalarını harekete geçiren şey daima pratik politikada karşılaştığı zorunluluklar olmuştur. İlk felsefi yapıtı sayabileceğimiz ‘materyalizm ve ampirio-kritisizm’i 1905 devriminin yenilgisi sonrasında partisi içinde başta Bogdanov olmak üzere bir grubun başlattığı tartışmaya zorunlu bir müdahalede bulunmak için kaleme almıştı. Machçılık materyalizm karşıtı bir eğilim olarak ortaya çıkmış ve Bolşevik parti içinde felsefeye ilgi duyan bir grubu etkisi altına almıştı. Lenin bunu aynı zamanda bir politik sorun olarak görüyordu. Nitekim bu grup Bolşevik partinin Duma’daki temsilcilerinin bu organdan çekilmelerini istiyordu. Partinin parlamenter olanakları kullanmasına itiraz ediyorlardı. Lenin tartışmayı idealizm ve materyalizm arasındaki bir mücadele olarak gördü ve bu tartışmanın asıl olarak 18.yüzyılda yapıldığını ve tartışmadan materyalist kampın zaferle ayrıldığını hatırlattı.

Lenin’i felsefi bir müdahale yapmaya iten şey parti içinde yaşanılan felsefi kafa karışıklığıydı. Bir sınır, çizgi çekilmediği takdirde felsefi düzlemde yaşanılan karışıklığın mutlaka bir politik krize yol açacağından emindi. Lenin tüm kaynaklarını 18.yüzyılın mekanik materyalistlerinden alıyordu. Aydınlanmacıların materyalizmi çok kaba ve mekanikti, ama politik olarak doğru bir yerde duruyorlardı. Çünkü asıl tartışma aydınlanma ile idealizmin en has temsilcisi olan din arasında yürütülüyordu. Materyalistler ince bir işçilikten yoksun olmalarına karşılık doğru bir yerde pozisyon alıyorlardı. Dinsel ve felsefi spekülasyona yakalanmamak için bilginin temeline maddenin yerleştirilmesi bir zorunluluktu. Dinsel veya felsefi bir spekülasyon kılığına bürünerek idealizm kendini her defasında ideolojik olarak yeniden üretiyordu. İdeolojik yeniden üretimi kesintiye uğratabilmek için materyalizmin mevzilerine yerleşilmeliydi. Lenin politik bir deha olarak önünde yürütülen felsefi tartışmanın politik bir konjonktürün ürünü olduğunu hemen kavramıştı. Eğer konjonktürün hakkını veremez ise bu durumun partiyi içeriden meflûç hale getirebileceğini sezmişti. Demek ki her felsefi tartışma konjonktür bağımlıydı. Aynı sorunlar farklı kılıklar altında yeniden karşımıza çıkıyordu.

Marksizm’in üç kaynağı olmakla birlikte Marx ‘sorunsalı’ tümüyle değiştirmişti. Kaynaklarının sorunsallarına bağımlı kalmadığı için Marksizm ortaya çıkabilmişti. Sorunsalın değişmesi ise ‘epistemolojik bir kopuş’ sayesinde mümkün olmuştu. Marx’a ait olmayan ve tümüyle Althusser’in geliştirdiği iki kavram kullandık: ‘sorunsal’ ile ‘epistemolojik kopuş’. Althusser sorunsal kavramını çok yakın arkadaşı olan George Martin’den aldığını söyler. George Martin Althusser ile Helene’nin çok yakın dostuydu. Felsefi yetenekleri çok üstün birisiydi. Çok genç yaşta içine girdiği bunalımın etkisiyle intihar etmişti. Althusser ilk felsefi tartışmalarını onunla yaptığını ve arkadaşının kendisinden çok ileride olduğu söyler. Sorunsal kendi sorusunu kendi oluşturur ve cevaplarına da, ancak bu çerçeve içinde kalmak kaydıyla izin verir. Sorunsal içinde kalmak bulmaca çözmeye benzer. Bilimde paradigmatik bir dönüşümü gerçekleştirebilmek için mevcut sorunsaldan kopmak gereklidir. Dolayısıyla bilgideki gerçek ilerleme, ancak kesintilerle, kopuşlarla mümkündür. Aynı sorunsalın içinde kalmaya devam ettiğimizde karşımıza çıkacak cevaplar hep aynı olacaktır.

Sorunsal değişikliği ise ‘epistemolojik kopuş’larla mümkündür. Althusser bu kavramı hocası Gaston Bachelard’a borçluydu. Bachelard tam anlamıyla ‘cins’ bir bilim tarihçisiydi. Bachelard’a göre yeni bir bilim sadece kendine yeni bir teorik nesne edindiğinde ortaya çıkabilirdi. Bu ise mevcudun içinden ‘epistemolojik bir kopuş’ gerçekleştirmekle mümkündü. Yeni bir bilgi nesnesi edinmeksizin eskisi terk edilemiyordu. Örneğin psikoloji bir bilim olamazdı. Çünkü teorik bir nesneden yoksundu. Psikoloji ruh denilen şeyden bahsediyordu, ama aynı şeyden felsefe de söz ediyordu. Üstelik bu ruh soyut, tanımlanabilir bir şey değildi. Tamamıyla bir spekülasyondan ibaretti. Psikanalizin psikolojiden kendini bağımsızlaştırması için yeni bir nesne edinmesi gerekiyordu. Psikanaliz gerçek bir düşünce haline, ancak bilinçdışı’nın keşfi ile gelebildi. Bunu Freud’a borçluydu. Freud’da tıpkı Marx gibi farklı kaynakların sorunsallarından uzaklaşarak ve bir epistemolojik kopuşu yaşayarak psikanalizi var edebildi. Freud ‘ rüyaların yorumu’ öncesinde Darwin’in ‘evrim’ciliğinden, fizikteki ‘enerji’ tartışmalarından ve ekonomi-politiğin ‘artık’ değerlendirmelerinden etkileniyordu. Düşlerin yorumu ile birlikte yeni bir kıta keşfetti: bilinçdışı.

Althusser Marx’ın Freud’un öncüsü olduğunu ileri sürer. Eğer Marx olmasaydı, onun Kapital’de gerçekleştirdiği ‘bilimsel devrim’ yaşanmasaydı der ‘rüyaların yorumu’ ortaya çıkamazdı. Çünkü Marx psikanalizin kurucusundan çok önce yeni bir bilimsel kıta keşfetmişti. Bu kıta ‘tarih bilimi’ydi. Marx bu kıtayı Lenin’in Marksizm’in üç kaynağı olduğunu ileri sürdüğü köklerden ‘epistemolojik bir kopuşu’ gerçekleştirerek yapmıştı. Marx tıpkı büyük coğrafi keşifçiler gibi önceden kimsenin ayak basmadığı bir kıtaya adım atmıştı. Marx bu kıtayı İngiliz ekonomi-politikçilerinin, alman idealizminin temsilcilerinin ve Fransız sosyalizminin liderlerinin sorunsallarından koparak keşfetti. Eğer onlarla aynı sorunsal içinde kalmaya devam etseydi keşfin kendisi mümkün olmazdı.

Bu keşif tesadüfün, rastlantının bir sonucu değildi üstelik. Marx ‘ alman ideolojisi’ ile birlikte önceki sorunsalların tamamından uzaklaştı. Bunu ise epistemolojik bir kopuş sayesinde başardı. Marx yayınlamadığı bu notlarda yeni bir bilimin ‘tarihsel materyalizmin’ ilk temellerini attı. İdealist felsefenin ham spekülasyonlarından kendini arındırmayı başardı. Felsefenin ne bir tarihi ne de bir nesnesi vardı. Felsefe benzer sorunlara verilen konjonktürel yanıtlardan ibaretti. Bir bilim olabilmesi için bir nesneye ihtiyacı vardı, ama felsefenin böyle bir nesne edinebilmesi mümkün değildi. Marx yepyeni bir felsefenin ve ideolojinin genel bir tanımının eşiğine gelmeyi başarmıştı. Ama düşünceleri daha henüz taslak halindeydi. Marx felsefesinin bir açıklamasını yapma fırsatını hiçbir zaman bulamadı. İdeolojiye yaklaşımı ise hamdı ve Marksistler üzerinde olumsuz etkileri olacaktı. Marx’a göre ideoloji ya gerçekliğin baş aşağı çevrilmesiydi ya da yankı veya bir yanılsama idi. Hâlbuki bu görüşler genel bir ideoloji teorisi için çok yetersizdi. İdeolojilerin dayanıklılığını açıklamaktan uzaktı. İdeolojilerin gücünü hafife alıyordu. Ama içinde çıktığı alman idealizminin bir ideolojiye dönüştüğünü sezdiği için zamanına göre çok ileri bir düzeyi temsil ediyordu.

Önceki ve Sonraki Yazılar