1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Althusser Üzerine Notlar
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Althusser Üzerine Notlar

A+A-

Bir manimiz çıkmaz ise eğer bir süre Althusser üzerine yazmayı düşünüyoruz. Çünkü Fransız filozofu Marksizm’in yer yer dışına çıkmayı da göze alarak Marx ve eserleri üzerine son büyük teorik atılımı gerçekleştirmişti. Althusser cesaret isteyen adeta meydan okuyan bir işe girişmişti. Marx’ın kendisi ne kadar Marksist’ti? Marx ilk gençlik yıllarından başlayarak opus magnumu sayılması gerekli Kapital’e kadar hep aynı kuramsal düzeyde miydi bulunuyordu? Kapital eğer Marx’ın ulaştığı kuramsal zirveyi temsil ediyorsa bu eserin teori içindeki statüsü neydi? Marx kendine has sayabileceğimiz düşüncelerini ilk ne zaman oluşturmaya başlamıştı? Marksizm bilim, felsefe ve yöntem tartışmalarında asıl olarak nereye oturuyordu? Marx’ın eserleri bilimsel bir statüye sahip miydi? Marksizm’in bir yönteme indirgenmesi eğer diyalektiğin kategorilerini tercih etmesinden kaynaklı idiyse Marx’ın diyalektiği kendi ifadesinde olduğu gibi sadece Hegel diyalektiğinin ‘ baş aşağı iken ayakları üzerine dikilmesinden’ mi ibaretti? Yoksa Marx’ın yaptığı kendi sözüne rağmen bambaşka bir şey miydi? Veya Marx’ın kendisi bile yaptığı şeyi açıklayamamış veya açıklamaya fırsat bulamamış mıydı? Lenin’in dediği gibi, yoksa Marx geride yaptıklarını açıklayacak felsefi bir eser bırakmadı, ama tüm yaptıkları Kapital’e sinmiş miydi? Ve biz ancak Kapital’in ‘semptomatik bir okumasını’ yaptığımız takdirde ona sinmiş felsefi devrimi keşfedebilirdik? Soruları daha da arttırmak mümkün.

Bu soruların pek çoğu o güne kadar sorulmuş değildi. Marksizm bir ideoloji haline getirilmiş ve kurucusunun her yazdığına bir kutsallık atfedilmişti. Marx’ın düşüncesi Marksistlerin neredeyse tamamına yakınına göre daha en baştan en son haline kadar aynı kavram ve kategorilerle çalışmış ve ilerlemişti. En fazla düşüncenin yetkinleşmesinden söz edilebilirdi. Marx’ın düşüncesinde sanki kopmalar hiç olmamış gibi bir yaklaşım vardı. Her şey bir süreklilik içinde gelişmiş ve düşünce bir evrim yaşararak zirvesine ulaşmıştı. Genç Marx ile olgun Marx arasında bir kopuştan bahsedilemezdi. Marx’ın kullandığı kavramların bir kısmını terk ettiği ve bir daha asla ağzına bile almadığı ve giderek kendine has kavramlar seti oluşturduğu iddiası bir safsatadan ibaret olabilirdi. Marx’ın Hegel ve Feuerbach ile olan felsefi ilişkisi, Smith ve Ricardo ile kurduğu ekonomi politik okumalarına dayalı münasebeti ve Fransız sosyalistleri Saint-Simon ve Proudhon ile girdiği tartışmalar Hegelci ‘aufhebung’ yani ‘kapsayarak, içererek, ,inkâr ederek olumlama’ içinde mi değerlendirilmeliydi?

Marx’ın düşüncesi 2.enternasyonal liderlerinin ellerinde Hegelci etkilerinden bile uzaklaştırılmış pozitivizme dönüştürülmüştü. Hâlbuki pozitivizm bir burjuva bilimi ideolojisiydi. Bilimin kendisi değil, ama bilimsel düşünüşün ideolojileştirilmiş bir haliydi. Bilime ayrıcalıklı bir değer atfediyor ve bilimi adeta kutsallaştırıyordu. Bilimsel disiplinlerin felsefeden uzaklaşması ve neredeyse felsefeye meydan okuması her renkten düşünceyi pozitivizmin etkisi altına çekiyordu. Ama bilim ile felsefe arasındaki sınırlar net olarak çizilememişti. Bilimin nesnesi ile felsefenin bir nesnesinin olup olmadığı sonucuna henüz varılamamıştı. Bu ayrımı net olarak çeken ilk kişi Althusser olacaktı. 2.enternasyonal önderleri Marksizm’in bir bilim olduğunu ileri sürüyorlardı, ama bunu yapmaktaki gayeleri bilimin itibarından yararlanmaktı. Yoksa yapılan işin neden bilim olduğunu açıklayamıyorlardı. Marx, Kapital’de sermayenin üretim, dolaşım ve kriz evrelerini bilimsel olarak incelemiş ve sonuçlara ulaşmıştı. 2.Enternasyonal önderleri devrimci bir bilimin, ancak devrimci politikanın icadı ile dünyayı değiştirme gücü edinebileceğini ya unutmuşlardı ya da görmekten kaçınıyorlardı.

Marx’ın düşüncesine yönelik en yetkin yeniden düşünüşlerden birini savaş sonrasında Lukacs yapacaktı. Ama bu oldukça Hegelyen bir okumaydı. Zaten Lukacs hep Hegel’e bağlı kaldı ve onun kavramları içinde düşündü. Dolayım, bütünlük, yabancılaşma, fetişizm, kendinde ve kendisi için-bilinç Hegel’in sıkça kullandığı kavramlardı. Lukacs felsefi bir Marksizm inşa etti. Hegelci kavramları kullanarak komünizm düşüncesine ulaştı. Parti, örgüt teorisini bile bu kavramların içine yerleştirdi. Daha ilk gençliğinde felsefeyi bir sıla özlemi, hasreti olarak metaforlaştırmıştı. Felsefi özne nesnesinden hep ayrı düşmüş ve sıla özlemini giderememişti. Ancak özdeşliğin dolayımından geçerek hasrete son verilebilirdi ve buna son verecek özne Lukacs’a göre sınıf bilincinin maddeleşmiş hali olan komünist partisiydi. Lenin bu eğilimi felsefi idealizmle suçlayacaktı. Politikadaki karşılığı ise bir tür maceracılık olan ‘sol komünizm’di. Yüksek burjuva kültürü içine doğan Lukacs savaş sonrasında keskin bir komüniste dönüşse bile burjuva kültüründen hiç kopamadı. Alman idealizmini, romantizmini ve gerçekçi edebiyatı hep savundu.

Anderson, Batı Marksizm’inde 20.yüzyıl Marksizm’ini politikadan uzaklaşmak, en yetkin olduğu ekonomi-politiğin eleştirisi bahsinde yerinde saymak ve asıl olarak kültürel ve felsefi meselelere odaklanmakla itham etti. Lenin sonrası Marksistler Gramsci istisna strateji meselelerine dahi boş vermişlerdi. Marksizm giderek akademiye çekilmiş ve anlaşılması çok zor bir söylem haline gelmişti. Anderson’un aklındaki Franfurt Okulu üyeleriydi. Kapitalizm eleştirilerinde kültüre ağırlık vermişler ve kitle kültürünün her yanı istila ettiğinden sitayişle söz etmişlerdi. Felsefeye çok yakındılar ve okulun katalizörler isimlerinin tamamı felsefe eğitiminden geçmişlerdi. Adorna Kierkegard, Marcuse ise Hegel çalışmıştı. Asıl orjinaliteleri Freud’u önemsemeleriydi. Psikanaliz ile Marksizm’i karşılıklı bir etkileşime sokmuşlardı. Alman idealizminden yoğun biçimde etkilendikleri için Marx kavrayışları yine oldukça Hegelyendi.

Althusser öz yaşam öyküsünde kuramsal müdahalelerine başlamadan önceki Fransız felsefe sahnesinden uzun uzadıya bahseder. İki eğilimden söz eder. İlki Kojove’nin etkisiyle Fransa’ya giriş yapan Hegelcilik ve Husserl fenomenolojisi. Althusser’in yargıları acımasızdır. Kojove, Hegel’i Efendi-köle ilişkisi gibi saçma bir ayrıma indirgemişti. Hegelden tüm anladığı buydu. Bir yüksek bürokrat olduğu için tarihin sonuna kafayı takarak her şeyi dondurmak istemişti. Tarihin sonu takıntısı, ancak bir bürokrata mahsus olabilirdi. Çünkü Hegel nasıl Prusya devletinin bir bürokratına dönüştü ise tilmizi Kojove’de Fransız devletinin yüksek bir bürokratı haline gelmişti. Althusser Husserl’in Almanya’ya giden ve Heidegger’in derslerini takip eden Sartre ve Aron üzerinden Fransa’ya giriş yaptığını söyler. Fenomenolojik bir Marksizm’e sert biçimde karşı çıkar. İlk teorik müdahalelerini teorik hümanizm üzerine yaparken hedefe yerleştirdiği kişi Sartre’dır. Marksizm teorik olarak anti-hümanizm dediğinde kıyamet kopar.

Althusser çok kabaca böyle bir teorik dünyaya gözlerini açmıştı. Savaş nedeniyle felsefe eğitimi yarım kaldı. Savaş bittikten sonra Yüksek Öğretmen Okulu’na dönecek ve aceleyle Hegel üstüne bir tez yazarak mezun olacaktı. Sovyetler Stalin’in ölümünden sonra günah keçisi olarak ‘kişi kültü’nü ilan etmiş ve teorik bir tartışmanın önünü kapatmışlardı. Komünistler Stalin cinayetlerini kişi kültüne bağlamıştı. Hümanizmden uzaklaşmaydı işlenen cinayetlerin sebebi. Ama Althusser’e göre hümanizm en has burjuva ideolojisiydi. Marx'ta insan denen bir kategori yoktu veya bir dönem var idiyse bile Feuerbach'cı evrenin terk edilmesi ile artık antropolojik insan kavrayışından hızla uzaklaşılmıştı. ‘İnsan’ burjuvazi tarafından hukuk süjesini yaratmak için icat edilmiş bir kavramdı. Bu sayede üretim alanındaki eşitsizlikler tümüyle gözlerden saklanıyordu. Gerçek bir insancıllığa ancak teorik anti-hümanizm sayesinde ulaşılabilirdi. Notlara insan Althusser ile başlayalım kuramsal müdahalelerine onu tanıdıktan sonra gelelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar