Aklımız saldırı altında
Bugün Türkiye’de iktidarla muhalefet arasında oyunun kurallarına ilişkin tanımlanmış, kuralların önceden belli olduğu anayasal/ demokratik bir alan var mıdır? İktidarın normal demokratik prosedürler içerisinde değişebileceğine sarsılmaz inancı olan bir fani kalmış mıdır? Sanki iktidar anayasaya saygılı, hukukun üstünlüğüne inanıyor, hukuk devletine sadakat içerisinde ve bu koşullarda tek sorunumuz ‘ darbe imasında ‘ bulunduğu iktidar sahipleri tarafından iddia edilen Anayasa Mahkemesi üyesine had bildirmek.
Anayasa Mahkemesi üyesi ( bundan sonra yüksek yargıç diyelim ) daha twitler atmadan önce iktidar katlarında mahkemeden duyulan rahatsızlık konuşulmaya başlanmıştı. Devlet Bahçeli ile birlikte iktidarın sözcülüğüne talip olan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu açıkça Mahkemeyi ve Başkanı olan Zühtü Arslan’ı tehdit etmişti. Anayasa Mahkemesi şehirlerarası karayolllarında protesto amaçlı yürümenin Anayasa’ya aykırılık teşkil etmeyeceği yönünde karar vermişti. Anti/komünist bir soğuk savaş siyasetçisi portresi çizen, ama işine geldiğinde de muhafazakar/liberal bir kalıba bürünerek pragmatizmde sınır tanımamasıyla maruf İçişleri Bakanı, Zühtü Arslan’ı koruma kalkanını kaldırmakla tehdit ederek had bildirmeye çalıştı. Ardından adeta biryerlerden düğmeye basılmışçasına Zühtü Arslan’ı “ fetö’cü “ olmakla suçlayan, Polis Akademisi’nin başında olduğu dönemde okulu “ fetö’cülerle “ doldurduğuna ilişkin yayınlar gırla gitmeye başladı. Kendisini iktidarın gerçek sözcüsü gören Devlet Bahçeli ise Anayasa Mahkemesi’nin yeni hükümet sistemiyle olan uyumsuzluğunun altını çizerek mahkeme yapısında değişikliğe gitmek gerektiğini söyledi. İşin hakikatiyse artık diktatoryal bir rejimle yönetildiği sabit olan memlekette iktidar sahipleri Anayasa’yı tanımadıkları için onları Anayasa’ya göre denetleyecek bir yargı organına da ihtiyaç yoktu. Onun yerine herşeyde Osmanlı’ya özenmek alışkanlığı olduğundan “ Divan-i Ali “ türü bir organ yeterliydi.
Bilindiği gibi Anayasa Mahkemesi bir yüksek yargı kurumu olarak 27 Mayıs rejiminin ürünü olan 1961 Anayasası ile siyasal yaşama dahil oldu. Ondan önceki anayasalarda siyasi iktidarı denetleyecek böyle bir yüksek yargı organı yoktu. Olmamasının sıkıntıları özelikle Demokrat Parti iktidarları döneminde çok yoğun yaşandığından siyasal iktidarları denetleyecek, onları rejimin belirlenmiş çerçevesinde davranmaya icbar edecek, siyasal gücün kontrolden çıkmasını frenleyecek bir mekanizma olarak Anayasa Mahkemesi düşünüldü. Türkiye’de sağ iktidarlar millet iradesini sandıkla özdeş kıldıklarından, demokrasiyi iktidarın Anayasal kurumlarla paylaşılması ve ucu açık, sürekli özgürleşen bir kamusal alan olarak tahayyül etmediklerinden dolayı hem 61 Anayasa’sının özgürlükçü yorumlarından hem de yüksek mahkemenin kendisinden hep şikayetçi oldular. Sandıktan çıktıktan sonra her istediklerini yapmanın kendilerine farz olduğuna inandılar.
Devlet Bahçeli bir yönetememe krizinin içinden konuşarak artık Anayasa Mahkemesine yeni rejimde ihtiyaç olmadığını söylüyor ve Devlet-i Ali denilen yeni bir kurum öneriyor. Bu kurum 1876 Anayasası ile düzenlenmiş sadece yargılama yetkisi olan bir yüksek yargılama organıdır. Kanunların Anayasa’ya uygunluğunu denetleme yetkisi yoktur. Başkanı 1876 Anayasasına göre Padişahtır ve devletin diğer organlarından üyelerin katılımı ile oluşmuş bir kuruldur. Daha sonra 1924 Anayasa’sında da yer alan bu kurul 1947 yılında belli kişilerin yargılanacağı bir Yüce Divana dönüştürülmüştü.
Ülkedeki denetleyici/dengeleyici kurumları işlevsizleştiren, kontrol edemediği kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütlerine karşı savaş açan siyasi iktidar, yargıyı tümüyle kontrolü altına aldıktan sonra kendisi açısından en küçük pürüzün dahi ortaya çıkmaması için şimdi de Anayasa Mahkemesi’ni sindirmeye ve hizaya getirmeye çalışıyor. Üstelik bu mahkeme kritik meselelerde önceki içtihatlarından vazgeçmek suretiyle Türkiye’deki demokratik alanın daha da daralmasına aldığı kararlar ile göz yumduğu halde. Anayasa Mahkemesi olağanüstü hal düzenlemelerinin ancak olağanüstü hal gerekçeleri ile sınırlı olabileceği yönündeki açık Anayasal düzenlemeye karşılık iktidarın bu alanı keyfi biçimde genişleterek tüm muhaliflerini devlet aygıtından hukuksuz yere tasfiye etmesi girişimine, olağanüstü hal ile ilgisi olmayan konularda da kararnameler çıkartılarak düzenleme yapılmasına bir içtihat değişikliğine giderek onay vermişti. Yine çoklu Baro uygulaması başta olmak üzere en son ceza infaz düzenlemeleri açıkça af mahiyeti taşımasına ve bu sayede binlerce kişi salıverilirken Kavala’lar,Demirtaş’lar ve gazeteciler içerde kalırken yapılan başvuruyu reddetmişti.
Yüksek yargıcın tavrına iktidar açısından gösterilen tepkiler yukarıda anlattığımız gibi son derece planlı olup tesadüfi değildir. Anayasa Mahkemesini ileride önüne gelebilecek kritik başvurular düşünüldüğünde siyasi iktidar şimdiden hizaya sokma ve kontrol etmeye dönük hazırlıklar yapılmaktadır. Türkiye içinden geçilen dönemin özellikleri düşünüldüğünde yönetilememekte ve her alanda adeta alabora olmuş bir gemi gibi sürüklenmektedir. Mevcut iktidarda bu durumun farkında olup kendisi açısından uygun koşullar oluştuğunda baskın bir seçimi düşünmekte ve buna yönelik çalışmalar yapmaktadır. Yeni düzenlemeler gereği Meclisin erken seçim kararı alması aritmetik olarak zor gözükmektedir. Erdoğan’ın seçim kararı alması halinde ise Erdoğan açısından Cumhurbaşkanlığı’nın üçüncü dönemi olup olmayacağı tartışması gündeme gelecektir. Yine Cumhur ittifakının seçim yasalarında lehine olabilecek bir düzenleme yapmak istediği ve bunu bu yasama döneminde Meclis’e getireceği bilinmektedir. Bu düzenlemelerde nihayetinde aykırılık nedeniyle Anayasa Mahkemesi’nin önüne gidecektir. Yine CHP’nin eline geçen belediyeleri çalıştırmamak için yapılacak değişiklikler de önemli başlıklardan birisidir. Tüm bu başlıklarda siyasi iktidar lehine bir atmosfer oluşturmak için yüksek mahkemeyi şimdiden sindirmeye ve baskı altına almaya karar vermiş gözüküyor.
Bugün bir yüksek yargıcın tweetinden kalkarak Türkiye’de darbe edebiyatı yapmak ve darbe imasında bulunulduğunu iddia etmek aklımıza yapılmış bir saldırıdır. Türkiye’de vesayetçi odak kalmamıştır bu iddianın en sahici olduğu dönemlerde dahi reel bir darbe ihtimali olmamış, verilen muhtıralar Akp’nin işine gelmiş, rejim değişikliğinin alt yapısını hazırlamak için kullanılmış ve son tahlil de Akp’yi mağdur göstermek suretiyle bu için siyasi rantını toplamasına hizmet etmiştir. Darbe teşebbüsü ise Akp’nin bahsettiği vesayetçi odakların marifeti olmamış siyasi iktidarın “ ne istediniz de vermedik “ dediği eski gayrı resmî ortağından gelmiştir. Akp kendisi açısında uzun bir süre kullanışlı araç olan vesayetçi tezlerin tedavül süresini doldurduğunu bilmesine rağmen başka bir argüman üretmekten yoksun olduğundan siyasi alanı daraltmak ve bastırmak için halen bu ipe sarılmaktadır.
Bu tez ona iman edercesine inanan liberal/ sol liberal entellektüel kesimlerde dahi miadını doldurmuş olmasına rağmen Akp, karşısındaki muhalefetin kavramları tersyüz etmedeki basiretsizliği, siyasi gelişmeleri okumadaki acizliği sayesinde siyasi gündemi istediği gibi belirleyebilmekte ve kendi duyuş/düşünüş/algılayış çerçevesini muhalefete kabul ettirmektedir. Muhalefet daha en basit gerçeği okuyamamakta, Türkiye’deki siyasi güç ilişkilerinin haritasını doğru bir biçimde çıkaramamaktadır. Kendisi ile iktidar arasındaki güç asimetrisinin bile farkında olmayıp bunun ortaya çıkardığı her semptomda kendi özgün dilini geliştiremeyip iktidarın sözcükleriyle konuşmayı tercih ermektedir.
Bugün Leninci anlamda yakalanacak siyasi halka Özgür Özel’in, Akşener’in yaptığı gibi yüksek yargıcı eleştirmek ve Erdoğan ağzıyla onun istifasını istemek değil, darbe imasıyla en küçük ilgisi dahi olmayan çıkışı karşısında “ hukuk devletinin, demokrasinin, özgürlüklerin “ ışığına sahip çıkmaktır. Çünkü iktidarın karartmak ve tümüyle söndürmek istediği o ışıktır. Sizin yakamadığınız ışığı bir yüksek yargıç yakmış ise bari onun lincine ortaklık etmeyin.