Adanalı gazeteci Meltem Yılmaz’dan sıradışı röportaj: Pavyon sahibini konuşturdu
Gazeteci ve yazar Meltem Yılmaz, Adana’nın son pavyonu olan Afrodit'in sahibiyle gerçekleştirdiği röportajdan edindiği izlenimi kitabında kaleme aldı.
Adanalı gazeteci Meltem Yılmaz'ın son kitabı "Bütün Mümkünlerin Kıyısında" ilginç hikâyelere ve röportajlara yer verirken, Adana tarihinde önemli bir yeri olan pavyonların son temsilcisi olan Afrodit Pavyonu'nun sahibiyle yaptığı röportaj ayrıca dikkat çekti.
Cesur röportajlarıyla tanınan Meltem Yılmaz'ın, soru ve gözlemlerini içeren röportajı kitabından naklederek aynen yayınlıyoruz. İşte o röportaj:
Tıkış tıkış masalar... Birbirine karışan erkek bağırtıları, kadın kahkahaları, kadeh tokuşturmalar... Duvarları yalayıp geçen kırmızı, mavi, mor ışıklar... Rutubet kokan havaya asılı kalan sigara dumanı...
Yer Adana, yıl 1989. Beyazlar içindeki Bülent Ersoy, sahneye adımını atmış, alkış kıyamet! Derken, arka masalardan birinden, tok bir erkek sesi gelir:
"Çırpınırdın Karadeniz!"
Bülent Ersoy sesi duyar ama duymazdan gelir, "Bismillah" deyip repertuvarına başlar. Birkaç şarkı sonra yine aynı ses:
"Çırpınırdın Karadeniz'i söylesene!"
Her istek de söylenmez ki! Hem o şarkı bu repertuvarda yok ki kardeşim, ayrıca orkestra hazır mı bakalım? Bülent Ersoy yine duymazdan gelir.
"Çırpınırdın Karadeniz diyoruz ulan!"
Ya sabır! Bülent Ersoy, en ön masadaki ünlü toprak ağasına hoş geldiniz demek için birkaç adım atmıştır ki... Birdenbire... Üç el silah sesi zamanı durdurur. Birden çığlıklar yükselir, müşteriler yerlerinden fırlar, herkes birbirini ezercesine kapıya doğru koşar. Birkaç dakika içinde boşalan mekânda, geriye, uğultular arasında, yerde kanlar içinde yatan bir kadın bedeni kalır... Bir de, etrafını saran birkaç personel. Olay açıktır: İstek parçasının söylenmemesine sinirlenen Hacı Tepe, Bülent Ersoy'u kurşun yağmuruna tutmuştur. Acilen hastaneye kaldırılan Bülent Ersoy sol böbreğini feda etmesi karşılığında, ölümden son anda kurtulur. Zanlıysa toplam 16 yıl hapse mahkûm olur.
Ünlü Olmanın Yolu
Ünü, Türkiye sınırlarını çoktan aşan Adana pavyonlarında, gazinolarda yaşananlar anlatmakla bitmez. Hamiyet Yüceses ve Müzeyyen Senar'ın mikrofonsuz şarkı söylediği, Zeki Müren'e delikli "yüz para" atıldığı, Ajda Pekkan'ın şarkıyı unuttuğu için yuhalandığı bu mekânlar, Behiye Aksoy'dan Şükran Ay'a, Muazzez Ersoy'dan İbrahim Tatlıses'e, Seda Sayan'a birçok ismin ünlü olmak için içinden geçtiği yerler aynı zamanda. Paranın su gibi aktığı, eğlencenin müdavimlerinin deyişiyle "doruğa ulaştığı" Adana pavyonları, konsomatrislerle yaşanan aşklar nedeniyle, pek çok yuvanın dağılmasının da nedeni olmuş. Hatta Adana'da erkeklerin, yaz gelince karılarını yayla evine göndermesinin arkasında bu pavyonlarda yaşanan aşkların olduğu bilinir.
Baştan başlayalım. Adana'da ilk bar-pavyon 1942'de açılmış. Mekân, o dönem Adana - Ulukışla yolunu yapmaya gelen İngiliz işçiler tarafından öyle tutulmuş ki, art arda yedi benzeri mekân daha hizmet vermeye başlamış. Böylesine bir talep karşısında, İstanbul genelevlerinde ne kadar güzel kadın varsa hemen Adana'ya getirtilmiş. Para su gibi akmış akmasına da, İngilizlerin geri dönmesinden sonra müşterisiz kalan bu pavyonlar tek tek kapanmış.
Derken, ikinci pavyon furyası başlamış 1951'de. Türk pamuğunun değerinin artacağını gösteren gidişatla, Adanalı toprak ağaları kendilerini eğlenceye vurmuş. O dönem Seyhan Nehri kıyısında açılan pavyonlar, 1960 ihtilaline kadar hizmet vermeye devam etmiş.
Üçüncü pavyon furyası ise 1970'lerin başında, Adana sanayi sektörünün holdingleşmesiyle başlamış. Bugün Sasa, Çukurova Elektrik, Marsa, Bossa, Güney Sanayi, Temsa, Adana Çimento, Çukobirlik, Paksoy gibi pek çok dev sanayi kuruluşu o dönem Adana'nın ekonomik yaşamındaki olağanüstü canlılığının da kanıtı. Böylesine dev bir büyüme, eğlence hayatını da canlandırmış elbette. O dönem Adana pavyonları yalnızca ülke için değil, yurtdışından gelen turistler için de tam bir cazibe merkezi haline gelmiş. Ancak, sonrasında... Ne zaman ki Adana'da toprağa bağlı ekonominin sonu geliyor, pavyona giden kuşağın çocukları yurtdışına gidip iyi eğitim alıyor ve bu pavyonların ticari ahlaka uygunsuz davrandığı ortaya çıkıyor, Adana pavyonları da kapılarına tek tek kilidi vuruyor.
Her Haliyle Yorgun Bir İnsan
Bugün Adana'da geriye bir tek pavyon kalmış: Afrodit. Ben de zaman kaybetmeden mekânı bir gün sonrası için aradım. Telefonu açan adam, ne demek istediğimi anlamak için üç kez soruyor: Ne röportajı, hangi gazeteye, ne için? Üç defa açıklıyorum ve nihayet numaramı alıp dönüş yapacağını söylüyor.
Ertesi gün saat 17:00'de beni bahçe kapısında karşılayan mekânın sahibi Suat Bey, her haliyle yorgun bir insan. Dev bir saatin tik tak seslerinin her yanı sardığı, krem-kahve duvar kâğıdıyla kaplı odasına girdiğimdeyse, sağ tarafındaki toplantı masası ile soldaki koltuğa oturmak arasında kalıyorum. Sonra koltuğa yöneliyorum zira bu, sorularıma samimi yanıtlar istediğim bir röportaj. Röportaja başlamadan önce, kendisine çalıştığım derginin bir sayısını uzattığımdaysa, kapaktaki Bergen'e uzun uzun bakıp iç çekiyor. Haliyle merak ediyorum:
- Tanışıyor muydunuz?
- Tanışmaz mıyız ya? Bizde çıkıyordu. İyi kadındı da onu anası bitirdi.
- Nasıl yani?
- Boş ver şimdi. Öldüğünde 16 çelenk göndermiştim. Tam 16 çelenk! Her hafta ziyaretine giderim. Bizimkilere gidince ona da uğrarım.
- Peki, Adana'da geriye kalan tek pavyonun sahibisiniz. Adana pavyonları deyince ne gelir aklınıza?
- Adana'da eskiden kodamanlar vardı, kaliteli insanlar vardı, çok başkaydı Adana eskiden. Gece on ikiye kadar fasıllı hizmet veriyordu bu mekânlar, sonra pavyona dönüşüyordu. Genellikle iki katlı olurdu bu pavyonlar, aşağıda sahne ve salon, yukarda localar vardı. Konsomatris desen, büyükşehirlerden gelen kadınlar burada kapıda sıra olurdu. Ama 1990'larda işler bozulunca millet iflas bayrağını çekti. E haliyle, pavyonlar da öyle. O dönemde daha kaliteliydi her şey, şimdi kalite düştü, hem de çok düştü.
Şarkıcılar "Popstar"dan Transfer
- Burada nasıl bir eğlence kültürü var?
- Evet, tam üstüne bastın. Buraya insanlar bayan arkadaşlarıyla, sevgilileriyle geliyor, gayet de güzel, rahatsız edilmeden eğleniyorlar. Yalnız bayan bayana gelmek yasak. Her akşam sahne alan şarkıcılarımız çok özel sesler, kendilerini "Popstar" yarışmalarından transfer ettik. Ardından dans gösterisi var, striptiz kimi zaman. Masalara giden konsomatrislerimizin de çoğu Rus, erkekler öylesini daha çok talep ediyor. Çalışma izinleri de var ha hepsinin. Toplam kırk bayan çalışanımız var.
- Pavyon kültürünü anlatanlar şöyle bir şeyden söz eder: Pavyonda çalışan konsomatrisler dışarıya çıkmazlar. Doğru mudur?
- Doğru değildir, isteyen çıkar. Bizim yan tarafta otelimiz var, Afrodit Otel, gece herkes burada işinin başında olmak zorunda ama sabah olunca kim ne istiyorsa onu yapar. Karışmayız yeter ki bela tipler olmasın. Olsa da fark etmez, biz her türlü belanın çaresine bakarız evvel Allah.
- Yıllardır bu işin içindesiniz. Hayatınızdan memnun musunuz?
- Ya sana açık konuşayım, çok yıprandım, çok yoruldum. Bugün alacak olan olsa bugün derederim mekânı. Aile hayatımız diye bir şey yok. Gerçi çok şükür altı çocuğun altısını da okuttum ama yine de başka türlü bir şey bu hayat. Mesela bizim oğlana evlenmek istediği kızı vermiyorlar şimdi, işimizden dolayı. Oğlan işletme okudu benim, gel şu işin başına geç dedim, geçti.
- Denetimler nasıl, sizi zorlayan uygulamalar var mı?
- Denetimler çok katı vallahi. En ufak bir peçete eksik olsun, hemen büyük cezalar kesiliyor. Her yeri böyle denetliyorlar mı, sanmıyorum. Biz iyi mekânız ya, ister istemez ilgi çekiyoruz. O denetimlerin neden yapıldığını sen de biliyorsun zaten, neyi anlatayım şimdi?
- Pavyonda fahiş hesaplar geldiği söylenir, doğru mudur?
- Vallahi inan 100 lira hesap ödeyen de var 20 bin lira ödeyen de. Yani sen su gibi içersen, aynı anda masaya da 3-4 kadın çağırırsan ne bekliyorsun? Ama biz müşterilerimize sahip çıkıyoruz, hesabı ödedin bitti değil, gidecek yeri var mı bakalım, araba sürecek durumda mı? Yoksa biz onu istediği yere ulaştırıyoruz. Burası İstanbul Aksaray'daki fuhuş yuvalarına benzemez. Dostluk vardır, güven vardır. Yoksa bunca sene nasıl ayakta kalacaktık?
- Buranın müdavimleri vardır herhalde.
- Olmaz mı? En çok da Antep'ten ve Mersin'den Ankara'ya gidenler müdavimlerimiz. Onların masası ayrıdır. Orada kendilerini ayrıcalıklı hissederler. Biz de zaten bunun için hizmet veririz.
Kadınlar ve Çiçekler
Suat Bey, mekânı göstermek için beni içeriye yönlendiriyor, geniş bir salon burası, gerçekten de turistik bir mekan olduğu belli. Ortada kare şeklinde yanıp sönen karolar, kenarda striptiz direkleri, üst katta localar, her yerde beyaz örtülü masalar. O sırada Suat Bey'in anlattıklarını gözümde canlandırıyorum; gece, birbirine yabancı olduğu kadar yakın olan bütün o insanlar...
Mekânı yeterince gördüğüme karar verince, "Işıkları, klimaları kapatabilirsiniz oğlum" diyor Suat Bey personele. Çalışanların saygısı, tam da Adana usulü, isyankâr bir kabulleniş.
Buradan havuz kenarına geçiyoruz, köşedeki masada oturup çay içen kadını işaret ediyor Suat Bey. Ona doğru yürürken ve mırıldanıyor: "Şu beğenmediğin karı burada şarkıcı, günlük 1050 lira yevmiyesi var." Güneşin altında bize gülümseyerek el sallayan kadın, Suat Bey'in söylediğini duyacak diye, onun yerine utanıyorum. Oturup birer çay da biz söylüyoruz, o sırada havuzda can çekişen sineğe dalıyor gözüm.
Sinek yaşamla ölüm arasında bir yerde çırpınırken, dışarda hayat devam ediyor. Havuzun etrafındaki şezlongların üzerindeki her bir minder, yakıcı güneşin etkisiyle sararıp solmuş. Köşede küçük bir bar var, herkesin içkisini gidip kendi aldığı. İçerisi ne kadar karanlıksa, dışarısı bir o kadar aydınlık. İlkbahar güneşi, insana umut veriyor, Suat Bey'in yüzü, etrafta gözlerini gezdirip "eserlerine" baktıkça, gururla parlıyor zira o aslında etrafa benim gözümle bakıyor.
Havuzun diğer ucundan, genç bir kadın küçük adımlarla bize doğru yürüyor. Az önce görünmeyen bu kadın, şimdi sanki ezelden beri oradaymış gibi kendine güvenle atıyor adımlarını. Geliyor ve "Suat Abi..." diyor. "Dünkü adam borcunu getirmiş, Hayati'ye bırakmış."
Suat Bey bana doğru dönüyor ve az önce anlattıklarında haklı çıkmanın verdiği kendinden emin duruşuyla, "Bak..." diyor. "Bizde müşteriye güven vardır. Kalite diyorum, işte böyle bir şey."
Derken konsomasyona çıkan kızlar gelmeye başlıyor tek tek, pavyonla yapışık nisam olan otele giriş yapıyor. Arkalarından da çiçekler... Suat Bey, "Bu saatte başlar çiçekler gelmeye" deyip gülüyor ve ekliyor: "Zaten her kadın bir çiçek değil midir? Bizimkiler orkide, orkide."
Saatime bakıyorum, epeydir buradayım, teşekkür edip yanlarından ayrılıyorum...
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.