Adanalı gazeteci Adana Şehir Hastanesi'ni gündeme getirdi
Cumhuriyet Gazetesi'nden Mehmet S. Aman, Adanalı araştırmacı gazeteci Murat Ağırel ile yeni kitabı üzerine yaptığı röportajda Adana Şehir Hastanesi'ni de konuştu
Araştırmacı gazeteci ve Cumhuriyet gazetesi yazarı Murat Ağırel, Sayıştay raporlarından yansıyan yolsuzlukları kaleme aldığı Şaki’nin devam niteliğindeki kitabı Yağma-Sayıştay Belgeleri (Kırmızı Kedi Yayınevi) kitabı ile okuyucuyla buluştu.
Ağırel kitabında, alınteri ile oluşturulmuş kamu kaynaklarının nasıl, kimler tarafından yağmalandığı ve oluşturulan ahbap çavuş düzenini anlatıyor. Kızılay’dan TRT’ye, TÜRKSAT’tan, bakanlıklara kadar işleyen çürümüş düzenin panoramasını çıkaran Ağırel, AKP iktidarının tarikat / cemaatlerle ilişkisini tek bir cümle ile özetliyor: “Kimin eli kimin cebinde belli değil!”
Murat Ağırel ile Sayıştay raporları üzerinden kaleme aldığı kitabı Yağma’yı konuştuk.
‘KIZILAY’I VE KIZILAY SORUMLULUĞUNDA YAŞANANLARI ANLATAN BİR KİTAP'
- İlk kitabınız Şaki’de Sayıştay’ın hazırladığı denetim raporlarından, Türkiye’de kaynakların nasıl dağıtıldığını, yaratılan artı değerin “yandaş” kesimlere nasıl peşkeş çekildiğini anlattınız. Yağma’nın alt başlığı da “Sayıştay Belgeleri”. Şaki’nin devamı mıdır bu kitap? Yağma bize ne anlatıyor?
Şaki benim ilk kitabım. 2018 yılına ait Sayıştay raporlarından yansıyan yolsuzlukları kaleme almıştım. Yağma, yine sansüre uğrayan, yayımlanan veya yayımlanmayan Sayıştay raporlarında yer alan usulsüzlükleri, yolsuzlukları ve Türk milletinin gözbebeği olan Kızılay’ı ve Kızılay sorumluluğunda yaşananları anlatan bir kitap.
Kitapta fikri takip yaptığım konuların yanı sıra ilk kez okuyacağınız skandal ilişkiler ve belgeler de yer alıyor. Keza Kızılay’da yaşananların perde arkası da ilk kez kitapta kamuoyuna açıklanıyor
YEDİ AYLIK TECRİTTE BAŞLAYAN BUGÜNE, TARİHE DÜŞÜLEN NOT!
- Çalışmanız ne kadar zamanlık bir emeğin ürünü?
Bu kitaba 2020’de Silivri (Marmara) Cezaevi’nde başladım. Yedi ay tecritte tek başıma kaldım. Zaman çok fazlaydı. Ancak benim omuzlarımda hissettiğim sorumluluk gereği boş zamanımın olmadığını biliyorum. İlk 3-4 günlük süreden sonra değerli eşim Dilek ve avukatlarımdan çalışmasını yaptığım Sayıştay raporlarını bana ulaştırmalarını istedim.
Hatta bu konuda cezaevi yönetimi ile de sorunlar yaşadık. Her görüşte klasör klasör belge geliyordu. Ben gelen belgeleri okuyor, notlar alıyor, sonra tekrar avukatlara teslim ediyordum. Aldığım bu notları tekrar avukatlarıma ve eşime veriyordum.
Bu noktada değerli dostum kitabın editörü Mert Taşçılar’a da ayrıca parantez açmalıyım. Kitabın üzerinde üç yıl boyunca büyük bir titizlikle çalıştık.
- Sayıştay’ın raporlarını irdelerken hangi usulsüzlükler üzerinde durdunuz ve nasıl bir ayrıma gittiniz?
Aslında kitapta alınteri ile oluşturulmuş kamu kaynaklarının nasıl, kimler tarafından yağmalandığı ve oluşturulan düzeni basit bir dille anlattım. Tüm bakanlıklar, belediyeler, iştiraklerde yaşanan yolsuzluklar ve usulsüzlükler yer alıyor.
Burada okuyucunun kafası karışmaması adına kurum kurum ayrımlar yaptık. Mesela Sağlık Bakanlığı bünyesi altında yaşanan yolsuzlukları bir arada değerlendirirken, Cumhurbaşkanlığı ya da üniversiteler tarafından yapılan ihaleleri de yine kendi başlıkları altında değerlendirdik.
YAP-İŞLET-DEVRET MODELİ!
- Hemen her sayfada “Yap-İşlet-Devret” modeli ile ilgili bir vurgun çıkıyor karşımıza. Nedir bu modelin hikmeti?
Yap-İşlet-Devret yani kısa adıyla “YİD” modeli, ulusal ve uluslararası konsorsiyumlar tarafından alt yapı yatırımının dizayn inşası ve finansmanın sağlanması, işletme dönemi sonunda bedelsiz olarak yatırım yapılan ülkeye devredilmesi, bununla beraber yatırımın gerçekleştirildiği ülke tarafından işletme dönemi boyunca; konsorsiyum tarafından üretilen mal ve hizmetlerin satın alınma garantisinin verilmesini içeren bir yatırım ve finansman modelidir.
Sadece ülkemizde değil, dünyanın diğer ülkelerinde de bu sistem uygulanıyor. Filipinler, Malezya, Pakistan, Tayland gibi ülkelerde altyapı yatırımlarında kıta Avrupası’nda, İngiltere, ve Avustralya’da “kamu imtiyazı” adı altında uygulanmaktadır ancak bizdeki sistem akıl almaz şekilde uygulanıyor. Mesele de buradan çıkıyor.
Mesela YİD modeli ile yapılan 4 otoyol, 1 tünel ve 3 köprünün toplam maliyeti 22 milyar 215 milyon 713 bin dolar oldu. Aynı projelere kamuya devredilinceye kadar, 59 milyar 747 milyon 817 bin dolarlık geçiş garantisi verildi. Böylelikle devlet kaynaklarıyla 22.2 milyar dolara mal olacak 8 proje için Hazine’den 37.5 milyar dolar daha fazla para çıkacak.
Garantilerin tamamı döviz olarak veriliyor. İktidarın ekonomi yönetimi malumunuz. Dolayısı ile kontrol altına alınamayan bir döviz kuru sarmalında yurttaşın sırtına daha fazla yük biniyor.
Mesela Osmangazi Köprüsü’nün maliyeti 1.5 milyar dolar. Müteahhit gruba 6 yılda 3.5 milyar dolar ödendi ve toplamda da 13.6 milyar dolar ödenecek. Akıl almayan araç sayısı garantisi verilmiş. Müteahhit firmanın kazancı sadece alacağı garanti rakamlar değil. İşletmeler ve cirolardan da pay alıyor.
SAĞLIK SİSTEMİ VE ŞEHİR HASTANELERİ ÜZERİNDEN YAĞMANIN TABLOSU!
- AKP iktidarı ile aslında “yurttaşlık” kavramı “müşteri”ye dönüştü. Bunun en somut örneği de Şehir Hasteneleri… “Hasta garantili” şehir hasteneleri… Kitabınızda da bu meseleye ciddi bir şekilde eğiliyorsunuz. Sağlık sistemindeki yağmayı bir de buradan anlatır mısınız?
Özet vermek gerekirse sağlık sistemi aslında çökmüş ancak taşıma suyla çevrilen bir hale bürünmüş, koca bir kara delik olmuş durumda. Kamu-Özel Ortaklığı, devletin bir özel şirket grubuyla uzun süreli sözleşme ilişkisi kurması esasına dayanan bir yatırım ve hizmet modeli.
Bu modelde hastane özel şirketler tarafından inşa edilerek devlete uzun süreliğine (25 yıl) kiraya veriliyor, devlet de hem şirketlere kira ödüyor hem de “çekirdek hizmet” dışındaki hizmetleri bu şirketlere devrediyor.
Türkiye’deki şehir hastaneleri modeli temel olarak İngiltere’den alındı. İngiliz ulusal sağlık sistemini (NHS) çökerten kamu-özel ortaklığı finansman yöntemi, Türkiye gibi ülkelere ihraç edildi. Anlayacağınız çökme sırası bizde.
Şehir hastaneleri için kamu tarafından bedelsiz olarak verilen bir araziye, projesi Sağlık Bakanlığı tarafından belirlenmiş binalar için ihaleye çıkılıyor. İhaleler genel olarak tıbbi malzeme / teknoloji, inşaat ve finansman alanlarında faaliyet gösteren şirketler grubu tarafından alınıyor.
İhale ile ilgili bilgi edinmek ise “ticari sır” gerekçesiyle sınırlı. “Sır” dedikleri de ne kadar para ödendiği ortaya çıkmasın diye koydukları bir yasak. Sayıştay’a dahi vermiyorlar. Cevap olarak verdik dosyada falan deniyor ama sözleşmeleri sunmuyorlar.
Hastane inşaatının bitmesinin ardından, halen hizmet sunan devlet hastaneleri yeni binalara taşınmakta, şehrin içinde kalan eski binalar kapatılmaktadır. Böylece, şehir hastanesi kurulan illerdeki Sağlık Bakanlığı hastanelerinde yeni hasta yatağı oluşmuyor.
Örneğin, 1550 yataklı Adana Şehir Hastanesi açılınca, daha önce Sağlık Bilimleri Üniversitesi’ne bağlanmış olan Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin personelinin tamamı Adana Şehir Hastanesi’ne nakledilmiş ve hastane kapatılmış.
Adana il merkezinde kamu hastaneleri önceden 3 bin 11 yatak kapasitesi ile hizmet verirlerken, şehir hastanesi açıldıktan sonra 3 bin 25 yatak kapasitesi ile hizmet vermeye başlamışlar.
Mesela şehir hastaneleri sözleşmelerinin “Şirket Tazminat Yükümlülüğü” başlıklı maddelerine göre bir aksilik durumunda şirketten tazminat almak için kesinleşmiş bir mahkeme kararı aranırken, idarenin sorumluluğu için mahkeme kararı öngörülmemiş.
Peki, saklanan maddelerde ne ortaya çıkmış biliyor musunuz? Denetim ekibine sunulan sözleşme nüshası ile mahallinde bulunan sözleşme nüshası farklı çıkmış. Hangi sözleşmenin uygulamaya esas olduğu ise bilinmiyor.
Fotoğraf: UĞUR DEMİR
Cumhuriyet Gazetesi'nde Mehmet S. Aman'ın Murat Ağırel ile yaptığı röportajın devamını okumak için tıklayın
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.