Adana’da Ulusal Yarışma filmleri ve ödüller
Habertürk'ten Mehmet Açar'ın yazısı
Adana Altın Koza Film Festivali’ne ilk kez 1992 yılında katılmıştım. Henüz 30’lu yaşlarına girmemiş tecrübesiz bir eleştirmendim. Festival, 1973’ten sonra ilk kez yapılıyordu. Ulusal Yarışma’daki filmlerin çoğunu İstanbul’da seyrettiğim için o yıl birincisi düzenlenen Öğrenci Filmleri Yarışması’nı izlemiş ve genelde sinema öğrencileriyle vakit geçirmiştim.
1994’te ön jüride görevliydim. O yıllarda ulusal yarışmanın konsepti farklıydı. Meslek kuruluşlarının görevlendirdiği temsilcilerden oluşan profesyoneller jürisi, başvuranların arasından belirli sayıda film seçerdi. Festival sırasında ön elemeyi geçen filmler, kalabalık bir halk jürisi tarafından değerlendirilir ve ödüllendirilirdi.
O yıl ön jüride Naci Güçhan, Oğuz Makal gibi akademisyenlerin yanı sıra Yılmaz Atadeniz, Semir Arslanyürek, Hüseyin Kuzu, Saim Yavuz, Burçin Oraloğlu gibi isimler vardı. Yeşilçam’ın Altın Çağı’nın efsane senaryo yazarı Bülent Oran’la da orada tanışmıştım. Az konuşan, sakin, huzur verici bir insandı. Hiç unutmam, karar toplantısından önce ‘Konuşup tartışalım’ diyenler çıkınca, ‘Bu kadar insan anlaşmamız çok zor olur, puanlama usulü yapalım, bitirelim’ demişti.
Jürinin koordinatörü ise o yıllarda üniversite öğrencisi olan Kadir Beycioğlu’ydu… Öğrenci Filmleri Yarışması’nın da öncülerinden olan Kadir Beycioğlu, kısa sürede hepimizin kalbini kazanmıştı. Geçip giden yıllar içinde Beycioğlu, akademik kariyerini sürdürürken festivalin sinema direktörlüğüne kadar geldi ve tüm sektörün çok sevdiği, değer verdiği bir isim oldu. Son olarak 9 Eylül Üniversitesi’nde profesör olarak görev yapan Beycioğlu, festivale kendinden çok şey kattı. Özellikle sektör içindeki birçok sinemacı için onca yıl boyunca festivalin kurumsal kimliğinin sürekliliğini sağlayan kişiydi. Hepimizin çok sevdiği Beycioğlu, hazırlıklarını son ana kadar yürüttüğü 28’nci festivali göremeden aramızdan ayrıldı. Uzun süre savaştığı amansız hastalığa yenik düşmüştü.
Festivalde uzun süre birlikte çalıştığı yol arkadaşları Alin Taşçıyan ve Esin Küçüktepepınar’ın hazırladığı 33 filmlik Dünya Sineması seçkisi bu yıl onun adına düzenlendi. Seçkide majör festivallerden ödüllü yapımlar, usta yönetmenlerin yeni filmleri vardı. Genel tema ise iklim değişimi ve yoksulluk olarak belirlenmişti. Ayrıca Satyajit Ray, Pier Paolo Pasolini, Luis Bunuel ve Robert Bresson gibi usta yönetmenlerden klasik filmler de gösterildi. Özetle yabancı filmler açısından Adanalı sinemaseverler ve festival konukları için çok iyi bir program vardı.
Festivalin ön jürisi, Ulusal Yarışma için 8 film belirlemişti. Gördüklerim arasından benim için öne çıkan filmlerden biri, Türkiye prömiyerini Adana’da yapan Çiğdem Sezgin’in yönettiği ‘Suna’ oldu.
Bir ‘mantık evliliğinin’ hikâyesini anlatan ‘Suna’, daha önce benzerine pek rastlamadığım, beklenmedik şekilde gelişen, gerçekçi ve sahici bir filmdi. Sezgin, ana karakteri Suna’nın içine girdiği duygusal çıkmazı ve bu çıkmazın temel nedeni olan eril iktidarı özenle tasvir ediyordu. Filmin sevdiğim yanlarından biri ‘güçlü kötü erkek – zayıf kadın’ klişesine başvurmamasıydı. En ilgimi çeken yanı ise Suna’nın herkesin kendisinden beklediği gibi ‘huzurlu, sakin orta sınıf evlilik’ hayatına bir türlü dahil olamamasıydı. Nurcan Eren, Suna karakterinin duygusal çıkmazını ikna edici bir sahicilikle yorumluyordu. Tecrübeli oyuncu Tarık Pabuççuoğlu da Veysel’in zayıflığını, özgüvensizliğini, tutkuyla karışık çaresizliğini çok iyi yansıtıyordu. Her şeyin siyah ve beyaz olarak birbirinden ayrıldığı güçlü bir melodram formasyonuna sahip olan ülke sinemamız adına takdir edilesi bir çabaydı ‘Suna’... Yeşilçam geleneğinde de huzur ve istikrar yerine aşk ve tutku arayan kadınlar vardır kuşkusuz. Ama ‘Suna’nın onların içinde ayrı yerde duran filmlerden biri olacağını tahmin ediyorum. Kışları tenhalaşan bir sahil beldesinde geçen ‘Suna’, görsel atmosferi ve fazlalıklardan uzak duran sade anlatımıyla da dikkat çeken bir filmdi. Jürinin ‘pas’ geçtiği filmlerden biri olmasına karşın Adana’dan eli boş dönmedi ve Seyirci Ödülü’nü kazandı.
Serpil Altın’ın yönettiği ‘Bir Zamanlar Gelecek: 2121’, iklim krizi ve kıtlık sonrasında yeraltı şehirlerinde yaşamak zorunda kalan insanların öyküsünü anlatıyordu. Aslına bakarsanız, tüm bilimkurgular gibi geleceğin olası sorunlarından yola çıkarak günümüz dünyasının otorite, baskı ve özgürlük gibi meselelerini ele alıyordu. Sinemamızda nadiren gördüğümüz distopik bir bilimkurgu olarak ‘Bir Zamanlar Gelecek: 2121’, kurduğu klostrofobik görsel dünyası ve oyunculuklarıyla sevdiğim bir film oldu.
Türkiye’de ilk kez Adana’da seyirci karşısına çıkacak yapımlar üzerinden gidersek ‘Mendirek’, sinemamızda son yıllarda çok fazla örneğini gördüğümüz bir taşra ve erkeklik öyküsüydü. Denizde geçen sahnelerinin fazlalığına rağmen kasvetli, karanlık bir filmdi ‘Mendirek’. Yönetmen Cem Demirer’in kuşkusuz bile isteye kurduğu boğucu bir dünyaydı bu. Erkeklerin simgesel anlamda kendilerini ve birbirlerini ‘zehirledikleri’, kendi çıkışsızlıklarını yarattıkları filmin anlatımını, oyunculuklarını beğendim. Ama gereğinden fazla uzun bulduğumu itiraf edebilirim. Özcan Alper başkanlığındaki jüri filmdeki performansıyla Alihan Kaya’yı En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu kategorisinde ödüllendirirken FİLMYÖN jürisi de tercihini ‘Mendirek’ten yana kullandı.
Türkiye prömiyerlerini İstanbul Film Festivali’nde yaptıktan sonra ulusal yarışmaya katılan dört film vardı Adana’da. Üçünü seyredebildim. Gizem Kızıl’ın ‘Bana Karanlığını Anlat’, akşam yemeğinde gelen ani bir ölümle açılan ve sonrasında gasilhanede devam eden bir kara komediydi. Aslıhan Gürbüz’ün canlandırdığı ana karakter, mutsuz evliliğinden kurtulmanın ferahlığı ile bir zamanlar sevdiği erkeği kaybetmenin acısını aynı anda yaşayan, kalbini gassal ve imama açan kafası karışık bir kadındı. Film, kadınlar arası dayanışmanın yerini rekabet, çatışma ve hatta düşmanlığın aldığı gergin ortamdan sunduğu komik anlarla ilerliyordu. Aslıhan Gürbüz’ün Ece Yüksel’le paylaştığı en iyi kadın oyuncu ödülünün yanı sıra Taner Yücel’e de en iyi müzik ödülünü getirdi.
Ali Kemal Güven’in yazıp yönettiği ‘Çilingir Sofrası’ da ‘Bana Karanlığını Anlat’ta olduğu gibi diyalog ağırlıklı teatral bir yapıya sahipti. Yıllar sonra bir meyhanede buluşan iki erkek arkadaşın sohbeti geçmişe doğru uzandıkça, hikâye de açığa çıkmaya başlıyordu. Yaşadıkları gençlik ilişkisinin ardından biri eşcinsel yönelimini kabullenmiş, diğeri ise kendi ifadesiyle ‘tedavi olup kurtulmayı’ tercih etmişti… Ali Kemal Güven sanki, ‘yönelim’ ve ‘tercih’ arasındaki fark üzerine kurmuştu öyküsünü… Birinde özgürlük duygusu, diğerinde ise bastırma ve kaçış vardı. Jüri doğru bir kararla en iyi erkek oyuncu ödülünü Barış Gönenen ve Ahmet Rıfat Şungar arasında paylaştırdı. Dar mekânda hareketli kamerası ve canlı renkleriyle iyi iş çıkaran Engin Özkaya’ya en iyi görüntü ödülünü getiren film, SİYAD Cüneyt Cebenoyan En İyi Film Ödülü’nü de kazandı.
Festivaldeki favori filmim Ziya Demirel’in ‘Ela ile Hilmi ve Ali’siydi. Demirel’in senaryosunu Nazlı Elif Duru ile birlikte yazdığı film, Serkan Keskin’in canlandırdığı matematik öğretmeni Hilmi’nin, 20 yaşındaki Ela’ya (Ece Yüksel) verdiği özel ders sırasında açılıyor ve sürprizlerle devam ediyordu. Tam olarak ne istediğini bilmeyen amaçsız karakterleri ve yoruma açık finaliyle ‘çetin ceviz’ bir filmdi. Ama hikâyesiz gibi görünmesine karşın gerilim ve çatışma hiç bitmiyordu. Ayrıca, travma, cinsel tutku, utanç, kuşak farklılıkları, öğretmenlik halleri ve büyüme sancıları çevresinde kurulan senaryoyu hayli incelikli buldum. Özellikle üç karakteri bir araya getiren ve ayıran ‘oyun fikri’ çok iyi geliştiriliyordu. Sadece bilgisayar oyunlarından söz etmiyorum. Ela ve Hilmi, eğlenmek için içlerinden gelen doğaçlama ‘çocuk oyunları’ oynarken Hilmi onların bir adım önüne geçmeye çalışan, zekâya dayalı strateji oyunları kuruyordu. Özetle, kısa filmi ‘Salı’dan tanıdığım Demirel, ilk uzun konulu filminde gösterişsiz ama sağlam bir iş çıkarıyordu. ‘Ela ile Hilmi ve Ali’nin sanat yönetimi (Gülay Doğan), kurgu (Selda Taşkın, Henriqe Cartaxo), senaryo, yönetmen ve film dallarında kazandığı ödüller hiç şaşırtıcı değildi. Ela rolündeki sıra dışı oyunculuğuyla Ece Yüksel de Aslıhan Gürbüz’le paylaştığı ödülün en güçlü adaylarından biriydi.
Seyredemediğim filmlerden, Ümran Safter’in yazıp yönettiği ‘Kabahat’, Kadir Beycioğlu Jüri Özel Ödülü’nün yanı sıra yardımcı kadın oyuncu (Ece Demirtürk) ve Umut Veren Kadın Oyuncu Ödülü (Mina Demirtaş) dallarında ödül kazandı. Umut Veren Erkek Oyuncu Ödülü ise ‘Ela ile Hilmi ve Ali’deki performansıyla Denizhan Akbaba’ya verildi.
Festivalde aklımda kalan en güzel görüntüler ise Adanalı sinemaseverlerin doldurduğu sinema salonlarıydı.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.